11 Mart 2013 Pazartesi

BEAGLE KANALI’NIN KIYISINDA… BİR PATAGONYA HİKAYESİ


Beagle Kanalı’nın kıyısındayım, o meşhur Patagonya rüzgarı yüzüme, vücuduma ve ruhuma işliyor… Şiddetle estikçe ne gam kalıyor, ne tasa. Günlük dertlerimin tam 14.000 km uzağındayım, elimde bir Malbec şişesi ve su bardağıyla.

Uzağa, ufka doğru baktıkça çetin hikayeler aklıma geliyor, hemen hepsi de denizcilikle alakalı. Haritaya baktığınız zaman rastladığınız adlar pek de büyük şeyler vaat edici değil bu coğrafyayla ilgili olarak: “Bahia Inutil” (İşe Yaramaz Koy), “Puerto de Hambre” (Açlık Limanı), “Seno Ultima Esperanza” (Son Ümit Boğazı)… arkalarında bıraktıkları hikayelerin akıbetini kısaca özetliyorlar ironik bir şekilde aslına bakarsanız! Devamlı olarak açık denizi aramanın çoğunlukla trajik sonuçlanan öykülerinden baki kalan adlar… Biraz daha otursam sanki parçalanan karavel gövdelerinin sesini duyacak gibiyim!

Biraz kuzeyim Macellan Boğazı, biraz güneyim ise Horn Burnu. Ferdinand Macellan belki de kendisinin bile tam olarak ne yaptığının farkında olmadığı o efsanevi seferini gerçekleştirirken, buraları ilk olarak gören Batılı ünvanını da alıyordu aynı zamanda. Kendi adını taşıyan boğaza 1 Kasım 1520’de girmişti ünlü kaptan 5 gemilik filosuyla. Uzaktan, yerlilerin yakmış olduğu ateşten tüten dumanları görünce “Tierra del Humo” (Duman Toprakları) adını vermişti güneyindeki topraklara… Ancak Ana Kıtada, onun yolunu gözleyen ünlü kral Şarlken “Duman çıkan yerde ateş de vardır!” diyerek nihai adını vermiş bölgeye: Ateş Toprakları. Sonra karşılaştığı koca ayaklı Tehuelche yerlilerine “Patagones” (Koca Ayaklılar) demiş ve onların yaşadığı topraklara da “Patagonia”…

Gümüş, altın, şan, şöhret, mevki hırsı ve kahramanlık hayalleriyle gözü dönmüş bir neslin hikayesi biraz da bu topraklar. Punta Arenas’ın Limanı’nda o 5 gemilik filodan seferi tamamlamayı başaran 2 gemiden biri olan Victoria’nın bir kopyasını görmek bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor! Bilinmezlikler içinde, hiçliğin ortasında, su üzerinde geçen günler, aylar ve en nihayetinde yıllar! Hemen Stefan Zweig’in Macellan hakkında yazdığı o müthiş kitabın girişi geliyor aklıma: “İnsanlığın büyük kahramanlıklarında hep inanılmaz bir şey vardır, çünkü ortalama dünyevi ölçülerin çok üzerindedirler; ama insanlık kendine olan inancını onların inanılmaz başarıları sayesinde geri kazanır.”

Onların başarılarına yatırım yapan, Avrupa’nın en dibinde izoleliğiyle baş başa kalmış iki ülkenin, 1494’te Papalığın da rıza gösterdiği, Tordesillas adlı bir yerde imzalanan bir anlaşmayla Dünyayı aralarında paylaşmalarıyla başlamıştı her şey. İber Yarımadası’ndan çıkanlar daha Batıya doğru, İber Yarımadası’nda kalanlar ise gidenlerin geri döneceği belirsiz bir ufka doğru gözlerini dikmiş, beklemektelerdi… O belirsiz ufka doğru salınıp durmuştu pek çokları, artlarında ihanetlerle, zorluklarla, ümitsizliklerle ve hatta gani gani ölümlerle bıraktıkları hikayelerle… Hatta öyle ki, İngiliz korsanlardan son derece rahatsız olan İspanyolların yaptığı başarısız bir ekspedisyondan hayatta kalmayı başaran tek kişiyi (Sarmiento de Gamboa) bir İngiliz korsan filosu tekrar Avrupa’ya götürmüştü! Tarihin insana bahşettiği sayısız ironiden biriydi… ve kahramanlıklar kan dökerek kazanılıyordu çoğunlukla!

Bu salınma Macellan bu boğazdan geçtikten birkaç yıl sonrasına kadar sürecekti, ta ki yeni yeni fethedilen Meksika ve Peru’dan “gümüş ve altın” şıngırtıları gelene kadar… “Quinta Real” (Kraliyet Payı: Quinta = Yüzde yirmi) kral içindi ve Şarlken tüm bu zenginliği ezeli rakipleri Osmanlı İmparatorluğuna ve yeni yeni oluşan Protestan Kilisesi’ne karşı üstünlük elde etmek için harcayacaktı… “Pampa Patagonica” denen bu yarı bozkır topraklardan ise aynı şıngırtıların gelmeyeceği anlaşılınca, bu topraklar tekrar kaderine bırakılacaktı: Sonsuz bir sessizliğe…

Sessizliği bozan yine altının sesi olmuştu tam 300 yıl sonra… Ses bu sefer Pasifik tarafının kuzeyinden, California’dan gelmekteydi. Yeni ümitler; ancak o eski bilindik zengin olma hayalleri içinde; çoluğu, çocuğu, yetişkini, kadını, erkeği gemilere doluşmuşlar, göç etmektelerdi. Gemiler bu sefer bambaşka bir nesli taşımaktaydı bilinmeyen topraklara… Kimisi şu an bulunduğum Beagle Kanalı’nın kuzeyindeki Macellan Boğazı’ndan, kimisi ise güneydeki Horn Burnu’ndan dönerek okyanuslar arası ve okyanuslar ötesi destansı yolculuklarını yapmaktalardı… Bu dönemdeydi, yerleşimler oluşmaya başlamıştı ve bu dönemdeydi ünlü Şilili yazar Luis Sepulveda’nın dediğinin yapılanması: “Binaların işlevsel özelliği o zamanlardan kalmadır. Birinin temel işlev olmak üzere ikişer işlevi vardır: Binalar, hem bar hem hırdavatçı; hem bar hem postane; hem bar hem cenaze malzemeleri dükkanı görevi görürler…”

Beagle Kanalı’nın kıyısında gözlerimi kapadım, rüzgar hiç de öyle hafiften esmiyor. Resmen insanlığa meydan okuyan bir rüzgar bu! Hayal ediyorum, henüz California’dan altın sesi gelmeden önce; 1830’ların başlarında; majestelerinin gemisi HMS Beagle geçmekte tam önümden… Amaç Patagonya’nın hidrografyasını incelemek. Beagle’ın bölgeye ikinci seferi bu, birincisinde belki de bölgenin sonsuz ıssızlığı ve genişliğinden dolayı büyük bir depresyona giren Kaptan Pringle Stokes’un önce 14 gün boyunca kendisini kamarasına kilitleyip daha sonra intihar etmesi sonrasında kumanda Kaptan Fitz Roy’a geçmiş. İkinci sefer içinse Kaptan Fitz Roy doğa bilimcisi olarak Charles Darwin’i davet etmiş. Beagle’ın güvertesinde geçen 5 koca yıl sonrasında Evrim Teorisini geliştirmiş Darwin…

Bir daha birisi size “Çok daraldım, biraz kendime ait bir alana ihtiyacım var” diye dert yandığında ona “Patagonya”yı önerin… Kimilerinin baktığında “burada bu kadar ne var ki” dediği, kimilerinin ise sonsuz boşluğa kendisini öylesine bırakıp, ruhunu doldurduğu; kelimelere dökülemeyen, sadece ve sadece 5 duyunuzla algılayabildiğiniz, rüzgarın ruhunuza dahi işlemesine izin verdiğinizde tanıyabildiğiniz, “dünyevi ölçülerin çok üzerinde”, büyülü bir coğrafya burası…