29 Eylül 2015 Salı

GERGEDANIN DRAMATİK YOLCULUĞU

"Benciii, gel buraya lütfen sana göstermek istediğim birşey var!" Nazare 65 yaşını asla belli etmiyordu. Kısacık boyu, modern giyim tarzı ve son derece kibar konuşmasıyla bana meslektaşım olduğu için gurur veriyordu. Adımı hala doğru telaffuz edememesine aldırmıyordum. Yıllardır birlikte tur yapıyorduk Lizbon'da. Zaman içinde bu karakter sahibi kent benim için özlemi duyulan bir yer haline gelmişti... Tagus Nehri kıyısında, okyanustan çok da uzak olmayan Belem mahallesini geziyorduk. Aynı isimli kulenin köşesine dikkatle bakmamı istedi Nazare benden. Daha önce hiç fark etmediğim bir detayı göstermek istemişti bana. Şaşkınlıkla yüzüne baktım ve gülümsedim! 

Afonso de Albuquerque yıllardır Hindistan'da Portekiz tahtı adına sürdürdüğü genel valilik görevinin
ağır yüküyle mühürlediği mektubu elçinin eline tutuşturdu. Bu uzak diyarda bulundukları pozisyonlara ulaşmak onlar için hiç de kolay olmamıştı. Ün, şan, para; bir erkeğin isteyeceği herşeyi bahşetmişti Bartolomeo Dias ve Vasco de Gama ile başlayan yeni coğrafi keşifler. Yine de birşey eksikti ve Albuquerque kendisine son verilen görevin başarısız olmasından son derece rahatsızdı. İçinden Cambay Sultanı Muzaffer'e bildiği tüm küfürleri yağdırıyordu. Ne olurdu sanki Portekizlilerin istediği kaleyi inşa etmelerine izin verse? Zaten ticaret rotası boyunca inci gibi diziyordu Portekizliler kalelerini, Dui Adası'nda da bir tane olmasının ne gibi bir zararı vardı? Vakit kaybetmeden haberi Kral Manuel'e iletmeliydi. Mektubu alan elçi keskin bir selam verdikten sonra odadan ayrıldı. Albuquerque'nin hiç yoktan bir derdi daha ortaya çıkmıştı: Gergedan! Dönemin diplomatik inceliklerine uygun olarak görüşmenin taraftarları birbirlerine hediyeler vermişlerdi. Sultan Muzaffer'in Portekizlilere verdiği hediyeler arasında bir de gergedan vardı ve Albuquerque'nin onu ne yapacağıyla ilgili henüz bir fikri yoktu. 

1515 yılının ilk ayında Albuquerque başına bela olan gergedanı Kral Manuel'e yollamaya karar verdi. Bakıcısı Hintli Ocem ile adına Ganda denilen hayvan Nossa Senhora de Ajuda adlı kalyona yüklendi ve onlara eşlik eden diğer iki karavelle birlikte baharat ve egzotik mallarla yüklü olarak sefere başladılar. Önce Hint Okyanusu boyunca ilerlediler. Daha sonra Ümit Burnu'nu döndüler. Yolları üzerinde Mozambik, Santa Helena ve Azor Adaları'nda kısaca ikmal yaparak 120 gün gibi kısa bir süre içerisinde Atlantik'i de geçip Portekiz'e vardılar. Karaya ayak bastıkları yerde, uzak diyarlardan gelen gemicilere yol göstermesi amacıyla yeni yapılan Belem Kulesi yükselmekteydi. Portekizliler bu son derece gizemli ve egzotik hayvanı önüne geçilemez bir merakla karşıladılar. Roma İmparatorluk döneminden beri Avrupa'da ilk defa bir gergedan görülüyordu. Öyle ki, yüzyıllardır eski kıtada görülmemiş bu hayvan mitolojik bir canavar gibi algılanıyordu. 

Kral Manuel Ganda ile ne yapacağını tam olarak bilemiyordu. Son derece görkemli ve etkileyici bir hayvandı. Yeni coğrafi keşiflerle birlikte Portekiz kralı dünyanın en nüfuzlu ve zengin adamlarından biri haline gelmişti. İlişkilerini iyi tutmak zorundaydı. İspanya ile bilinmeyen ancak keşfine çok yakın oldukları toprakları Tordesillas'ta paylaştıkları anlaşmanın üzerinden çok da uzun yıllar geçmemişti. Papalık dünyanın bu şekilde Avrupa'nın en ucunda bulunan iki ülke tarafından paylaşılmasına onay vermişti. Papa'nın her daim gönlünün hoş tutulması gerekiyordu. Manuel gergedanı Katolik dünyasının liderine göndermeye karar verdi. Kendisine daha önce de beyaz bir fil hediye etmiş, bu hareketiyle büyük takdir toplamıştı. Güçlü Medici Papa X. Leo kuşkusuz bu hediyeden de çok etkilenecekti.... 

Yorgun gergedan Ganda başına neler geleceğinden habersizdi. İnsanların sırf sığ merakları ve acımasızlıkları yüzünden hayli hırpalanmıştı. Daha geçenlerde bir fille güreşmeye zorlamışlardı onu. Hiç kuşkusuz Avrupa yazını ve sanatı üzerinde en büyük etkiyi bırakacak hayvanlardan biri olarak tarihe gececekti ancak o bunu bilmiyordu. Floransalı şair Giovanni Giacomo Penni onunla ilgili bir şiir yazmıştı. Büyük ressam Albrecht Dürer ise bu hayvanı hiç görmeden, sadece hikayenin büyüsüne kapılıp ve tarihçi Pliny'nin tasvirlerinden yararlanarak her tarafı zırh gibi bir kabukla kaplı izlenimi veren bir canlı çizmişti. (tahta kalıp baskı) Zavallı hayvanın yolculuğunun ikinci etabı 1515 yılının son ayında başladı ve Lizbon'dan Akdeniz'e doğru açılan bir geminin içerisinde kaderini bekledi.

Fransız kralı I. François seleflerinden kendine yadigar kalan, 1486 yılında Fransa topraklarına katılmış olan Provence illerini teftişe çıkmıştı. Henüz krallığının ilk yılıydı. Asla iyi bir siyaset adamı olamayacaktı çünkü fazla dost canlısıydı. Herkese güveniyordu ve düşüncelerini saklamayı bilmiyordu. Ancak otuz yıldan fazla sürecek hükümdarlığı boyunca sanatın ve edebiyatın hamisi olarak bilinecek, Fransız dilinin babası olarak anılacak ve hümanizmden en çok etkilenen kral olarak tarihte özel bir yer alacaktı. Krallığı ezeli hasmı Şarlken’in toprakları tarafından sarıldığında, Muhteşem Süleyman’dan bile yardım isteyecekti. O henüz kaderinden bihaber riviera boyunca atını sürüyordu. Ganda’nın hikayesini o da duymuştu ve bu gizemli hayvana karşı müthiş bir merak besliyordu. Derhal filo kaptanına haber gönderildi ve Kral François Marsilya açıklarındaki If Adası’nda gergedanla tanışma şerefine nail oldu…

Ganda dönemin en büyük krallarıyla tanışmış, uzun yolculuğuna devam etmekteydi. Bu sırada 1516 yılının ilk aylarına gelinmişti. Akdeniz’de fırtına zamanıydı. Kimsenin aklına insana bu denli aşkı çağrıştıran bir yerde, Portovenere (Venüs Limanı) açıklarında Ganda’yı taşıyan geminin batacağı gelmezdi. Koca gergedanı kontral altında tutmak için güverteye zincirlemişlerdi ve Ganda yüzmeyi bilmiyordu…

“Nazare, bana neden bu çörteni daha önce göstermedin?” Belem Kulesi’nin köşesindeki gergedan
şeklindeki bu süslemeyi ilk defa fark ediyordum. Bunca zamandır Nazare’nin bana bu detayı göstermemiş olmasına fena şekilde içerlemiştim. Eliyle omzuma dokundu ve sevgiyle sıvazladı. “Benci” dedi, “bir rehberin en büyük silahı, her zaman anlatacak yeni bir şeyler bulabilmesidir...” 

NOT: Ganda gibi, günümüzde hala arenalarda telef olan boğalar gibi, ya da Papa’ya gönderilen beyaz fil gibi insanoğlunun acımasız ellerinde telef olmuş tüm haşmetli ve güzel hayvanlara saygıyla…