Çok yorgunum. Koca yuvarlak bedenim, artık
üzerimdeki kudretli kubbeyi taşıyamayacak kadar bıkkın hayattan. Ne çağlar
görmedim ki? Ne hayatlar geçip gitmedi önümden… Ben ki koskoca Roma İmparatorluğu’nun
tüm tanrılara adadığı tapınak, ben ki dini bir yapı olmanın yanında, seküler
bir abide olarak Roma’nın en yüce simgesi; şimdi elinde dondurmayla fotoğraf
çektirenlere eşsiz bir fon oluşturmaktayım!
Benim gibi sonsuz zamanlara ait olan
Colosseum için İngiliz Rahip Bede şöyle demiş: “Quandiu stabit coliseus, stabit
et Roma. Quando cadit coliseus, cadet et Roma. Quando cadet Roma, cadet et
mundus.” “Colosseum ayakta durdukça Roma ayakta duracaktır. Colosseum düşerse,
Roma da düşer ve Roma düşerse, tüm dünya yıkılır!” İşte bu kehanete inat o da ben
de ayaktayız. Yüzyıllar geçti üzerinden ancak yüksek medeniyetimizin barbar kavimler tarafından yağmalanmasını ve
yıkılmasını kabullenemedik hala.

Adım “Tüm Tanrılar” anlamına gelen “Pan Theon”. 2041 yaşındayım. Beni Actium Deniz Savaşı’nda Marcus Antonius ve
Cleopatra’ya karşı kazanılan zaferden sonra üçüncü defa konsül seçilen Marcus
Agrippa inşa ettirdi. O yüzden kafanızı kaldırıp baktığınızda gördüğünüz üçgen
alınlığın aşağısındaki kitabede şöyle yazar: M. AGRRIPPA, L.F. COS. TERTIUM
FECIT. (Üçüncü defa konsül olan Lucius oğlu Marcus Agrippa yaptırdı) Tarih MÖ
27’diydi. Bu kitabeyi aslında İmparator Hadrianus koydurttu. Zira önce 80
yılında bir yangına kurban gittim, daha sonra üzerimde bir şimşek patladı ve
110 yılında bir başka yangına daha yakalandım. İşte o zaman Hadrianus baştan
aşağı tekrar inşa ettirdi beni ve atalarına ayıp olmasın diye de kitabeyi
koydurttu. Tarih MS 128’di.

İnsanlar zamandan korkarlar. Bizim gibi
ölümsüz yapılar ise zamanı korkuturlar! Yine de depremler, su baskınları,
yangınlar, türlü türlü felaketler az zarar vermemişlerdir bize. Gotlar varıp
mahvetmeden önce tüm şehri, Septimus Severus ve Caracalla itinayla restore
ettirdiler beni. İlk Hristiyan İmparatorlar ise yüz çevirdiler bana pagan
tapınağıyım diye ve terk ettiler beni. 5.yy’ın sonuna doğru başımıza gelen o
felaketten ben de gani gani nasibimi aldım ve barbarlar tarafından hunharca
yağmalandım. Tam 1200 yıl sonra Romulus’un şehri hırsızların ve katillerin
yatağı olmuştu. Geçirdiğim en zor zamanlardı onlar, beni yıkacaklarını
zannetmiştim ki bir mucize oldu. Bizans İmparatoru Phocas tarafından Papa IV.
Boniface’ye hediye edildim. Bundan bir yıl sonra, 609 senesinde aynı Papa’nın
emriyle kilise olarak takdis edildim. Artık adım Santa Maria ad Martyres
idi – Meryem
Ana ve tüm şehitlere adanmıştım!
Kiliseye çevrilmem beni yıkımdan kurtarmıştı
kuşkusuz ancak çilelerim bitmemişti! Bizans İmparatoru II. Constans şehrimize
yaptığı 12 günlük ziyarette Gotlardan kalan ne varsa alıp götürmüştü. Özellikle
üzeri altın kaplama bronzdan tavan karolarımı. Tavanımı kurşunla kaplayan Papa
III. Gregorius’tu. 14.yy’da Roma’daki çalkantılı politik durumdan ötürü Papalar
Avignon’a kaçınca, buradaki aristokratik aileler arasındaki iktidar çatışması da
kızıştı. Özellikle Colonna ve Orsini aileleri arasındaki kavgalar sırasında
resmen bir kale gibi kullandılar beni!

Yardımıma yetişen dönem kuşkusuz Rönesans
olmuştu! Anlı şanlı imparatorluk günlerinden beri ilk defa yüzüm böylesine gülüyordu.
Benim gibi imparatorluk zamanından kalma yapıları ve harabeleri hayranlıkla
inceliyorlardı dönemin sanatçıları. En sonunda güzelliğimiz yeniden takdir
görmekteydi. Adı üzerinde, kesinlikle bir yeniden doğuş dönemiydi bu! Asla
unutamadığım, hatırladıkça hala içimi acıtan bir anım bu çağa aittir: Zamanın
en büyük ustalarından Rafaello, öldükten sonra benim içimde gömülmeyi istemiş.
Genç yaşında aramızdan ayrılmıştı ancak görkemli cenaze törenine katılan
yığınlar onun ne kadar başarılı olduğunun en büyük ispatıydı. Onu hepimiz çok
severdik. Her ne kadar Vasari sanatçıların hayatını anlattığı kitabında ölüm
sebebini aşırı sekse bağlasa da benim için Rafaello’nun sadece eşsiz yeteneği
önemliydi. Mermer lahitinin üzerindeki mezar yazıtını büyük usta Pietro Bembo
nakşetmişti: “Burada, yaşarken Doğayı
fethedilmekten ve ölürken de O’nu ölmekten korkutan Rafaello yatıyor.”
Birleşik İtalya’nın ilk iki kralı olan II.
Vittore Emanuale ve I. Umberto ile ilk kraliçe Savoylu Margherita da yine
içimdeki şapellerde gömülülerdir. Onlar için Rafaello örneğindeki hissiyatı
yaşadığımı söyleyemem. Öte yandan bana bahşedilen onurun büyüklüğünü de
yadsıyamam! Pantheon artık devlet büyüklerinin içinde yattığı milli bir
anıttır! Kimse bana sormadı ki adım ölümle özdeşleşsin ister miyim diye…?
Karşımdaki meydan yuvarlak şeklimden ötürü “Piazza della Rotonda” (Yuvarlak ve Kubbeli
Yapı Meydanı) olarak anılır. Burada Giacomo della Porta tarafından dizayn
edilmiş çeşme, Ramses dönemine ait bir dikilitaşla süslenmiştir. Sizler bu
meydandan, benimle ilk karşılaşmanın verdiği şokla yavaşça pronaosuma doğru
yürürsünüz. İlkin korint başlıklı 16 sütunumdan etkilenirsiniz. Onlar
karşısında kendinizi ufacık hissedersiniz. Eğer tam karşıdan geliyorsanız,
içeriye girdiğiniz ilk an sizin için unutulmaz olacaktır! Çünkü o ana kadar bir
kubbem olduğunu fark etmemişsinizdir… O kubbe ki çapı ile yüksekliği birbirine
eşit olacak şekilde 43.3 metre olarak inşa edilmiş, dünyada bu güne kadar
desteksiz olarak yapılmış en büyük tonozdur. San Pietro’nun kubbesinden bile
bir metre kadar daha geniştir. Siz henüz kubbemin büyüklüğüyle imtihanınızı
bitiremeden tepedeki açıklığı fark edersiniz. Küçük dilinizi yutacak gibi
olursunuz! Tabi ya, böyle bir kubbeyi taşıyabilmek için silindir şeklindeki
bedenim 6 metre kalınlıkta inşa edilmişti. İçimde 7 tane büyük kemer vardır,
onlar sayesinde hala ayaktayım. Bu kalınlıkta duvarlara pencere koymak
imkansızdı. Işık gelebilecek tek yer tavandı! Ve o tavandan süzülen gün ışığı 2000
yıldır aydınlatır insanlığı…

En kötü anımı sona sakladım, hiç unutulmasın
diye. Rönesans döneminde nasıl yüzüm güldüyse, Barok dönem bir o kadar utanç
vericiydi benim için. Ünlü Barberini ailesinden Maffeo, VIII. Urbanus adını alarak Papa olmuştu.
Emrinde şehrin gelmiş geçmiş en önemli sanatçılarından Bernini çalışıyordu. Onun birçok eserini beğensem de, bana yaptıklarına bir türlü anlam verememişimdir.
Mesela o saçma iki saat kulesini neden koymuştu üzerime? Başta rakipleri olmak
üzere herkes dalga geçti kendisiyle (ve tabi ki benimle). “Bernini’nin eşek
kulakları” diye. Bereket bu kuleleri 1800’lü yılların sonuna doğru kaldırdılar
da eski karizmama tekrar kavuştum. Ancak insanın tırnağını etinden çekerler ya,
öyle bir fenalık yaptırdı bana Papa VIII. Urbanus. Porticomdaki bronz tavanı
söktürdü, bu bronzu eritip Castel Sant’ Angelo için 80 tane top döktürttü. Ayrıca, Bernini San Pietro'da bulunan ve en ünlü eserlerinden olan Baldacchino’yu (sunak tepeliği) da
benden söktüğü bu bronzdan dökerek yarattı! Bu öyle bir Vandalizm örneğiydi ki
en sonunda şöyle diyeceklerdi: “Quod non fecerunt barbari fecerunt Barberini” “Barbarların
bile yapmadığını Barberiniler yaptı”…
Ancak yine de unutulmasın: İnsanlar zamandan
korkarlar. Bizim gibi ölümsüz yapılar ise zamanı korkuturlar!
BENGİ IŞIL
GÖKTÜRK