Herşey ne zaman başlamıştı? Hiçbir şey net değil kafamda ancak çocukluğumla ilgili bir görüntü var ki hiç çıkmaz aklımdan; yeşil, deri, ufak bir bavul... Üzeri çıkartmalarla dolu...! İçi açıldığında özenle katlanıp her bir köşeye konmuş giysiler... Aynen şimdi, haki renkli, sert kumaştan, emektar bavulumda her köşeye ait başka bir eşyamın düzenli durduğu gibi... Her an yeni bir yolculuğa, yeni bir bilinmeze hazır ve nazır, ne unuttuğumu anlamak için dikkatlice köşelerine baktığım emektarımın büyük babasıydı belki de küçüklüğümün bol çıkartmalı yeşil deri bavulu! Kaportasına ablamla beraber mutlulukla oturduğumuz fiyakalı yeşil renk Ford marka arabamızın arka koltuğunda ayak-uçlu / baş-uçlu yaptığımız yolculuklar hiç şüphesiz geriye, çocukluğuma dönüp baktığımda beni en mutlu eden anılar olarak belleğime derince kazınmış!
Fallarımda yollar hiç eksik olmadı, o yollar beni dünyanın dört bir yanına savurdu, hem de defalarca...! En lüks restoranlarda da yedim, sosunu ellerimden yerlere akıta akıta sokakta falafel de götürdüm... En prestijli otellerin kendi yatağımdan daha rahat yataklarında da uyudum, beton üstüne konmuş bir döşekte de... Derviş gibi, başımı bir koyduğum yere bir daha koymadım çoğunlukla! Hiçbir şeyden gocunmamaya çalıştım olduğunca ve alçak gönüllü olmaya uğraştım elimden geldiğince... Amin Maalouf'un Afrikalı Leo'su gibi kah her yere ait oldum, kah da hiçbir yere ait olmadım! Aynen şarkıda dediği gibi "hayatta öğreneceğin en büyük şey; sevmek ve sevilmek"ti sloganım...! Becermeye çalıştım elimden geldiğince, ancak benimki gibi bir yola baş koymuş insan; bir zaman sonra duygularını da, aynen şarküteriden yolculuk için havası alınmış paketlere konmuş leziz jambonlar gibi yaşıyor; ulaşacağı yere varana kadar ,havasız kalarak...!
Dua et benim için demişti çok sevdiğim bir arkadaşım, biliyor muydum dua etmeyi? Kalıplara sığdırılamazdı ibadetim de; her yerde şükür de edebilirdim ki en son bir belediye otobüsündeydi hayata teşekkür edişim! Ama en güzel ibadetim o yurt çadırındaydı...! Sinan'ın en yüce amacının gökkubbeyi yeryüzüne indirmek olduğunu öğretmişlerdi bize... Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkler'in hayatlarında gökkubbenin ne kadar önemli olduğuyla ilgili öğretilen klişelerle Koca Sinan'ın ne yapmak istediğini aslında pek de anlayamamıştım; ta ki o yurt çadırından gece vakti, en kalın kıyafetlerimle çıkıp, arkadaşım için dua etmeye yeltendiğimde; kafamı yukarı kaldırıp yüzbinlerce, milyonlarca yıldızı başımın üzerinde görene kadar...! Bu gökkubbeden başka ne olabilirdi ki? İşte bu, bir türlü kafamda oturtamadığım o meşhur klişenin vücut bulmuş hali değil miydi? Nasıl da yakındılar o yıldızlar, sonsuzluğa uzanır gider gibi duran uçsuz bucaksız bozkırın ortasında, hiçliğin içinde, ellerimi gökyüzüne uzatmış, belki birini yakalarım diye yan gözle bakıp, dua ederken kendi usulümce! O duygu, o büyülü an, asla ve kesinlikle bir fotograf karesine sığdırılamaz! İşte bu yüzdendir ki bazı insanlar doğuştan seyyahtır ve keşfetmek için yaratılmışlardır! Ve o yıldızların yeryüzüne ne kadar yakın olduklarını görmek ve yaşamak için de Moğolistan'a gitmeleri , bozkırda bir zamanlar atalarısın yaptığı gibi yurtlarda gecelemeleri gerekmektedir...
"Alper Tunga öldü mü, ıssız ajun kaldı mı" diyarıdır burası. Tüm insanlar gibi, tüm Türklerin Ata'sı Alper Tunga da ölmüştür... Ve fakat "ajun" "ıssız" kalmamıştır...! Aynen daha sonra Büyük İskender'in Hindistan'a varıp dağları aştığında ve uçsuz bucaksız önünde uzanan İndus Vadisini görünce dünyanın sonuna varamayacağını anladığı gibi; sonrasında Orta Asya topraklarından çıkıp yine tüm cihana sahip olma arzusu içinde yanıp tutuşan Cengiz Han ve Timurlenk de başaramamışlar tek başına tüm evrenin sahibi olmayı! Kim bilir ne büyük hayal kırıklığına uğraşmışlardı, geçtikleri her yerde karşılarındakilerin uyluklarını korkudan sıkıştıran bu korkunç kahramanlar, dünyanın onların sandıklarının çok ötesinde bir büyüklükte olduğunu anladıklarında. Oysa Doğu Rönesansı olarak bilinen 11.yy'da yine bu diyarlardan çıkmış El-Biruni, dünyanın yarı kesitini alıp, diğer tarafta kara parçası vardır demekteydi... Bunun doğrulanması için aradan neredeyse 500 yıl geçmesi ve tarihin 12 Ekim 1492'yi göstermesi gerekiyordu... Dünya gerçekten de çok büyüktü!
İşte Orhun Vadisi, işte Yenisey Vadisi... Bir garip oluyor içim! Oysa milliyetçiliğim de dindarlığım kadardı; demek ki ne kadar da içine işliyordu çocuklukta tarih derslerinde zorla kafana sokulan bilgiler... Bilge Kağan, Kültigin Anıtları, bir tarafları Çince, bir diğer tarafları "Göktürk" alfabesiyle yazılmış! Yine bir garip oluyorum, benim soyadım yahu! Anıtlar prefabrik bir yapının içinde, bakıcısı duvara et asmış kurutmakta. Vezir Tonyukuk'unki az ileride doğada, hala yüzyıllara, sert bozkır iklimine ve şartlarına karşı yüzyıllara meydan okumakta!
İşte Orhun Vadisi, işte Yenisey Vadisi... Bir garip oluyor içim! Oysa milliyetçiliğim de dindarlığım kadardı; demek ki ne kadar da içine işliyordu çocuklukta tarih derslerinde zorla kafana sokulan bilgiler... Bilge Kağan, Kültigin Anıtları, bir tarafları Çince, bir diğer tarafları "Göktürk" alfabesiyle yazılmış! Yine bir garip oluyorum, benim soyadım yahu! Anıtlar prefabrik bir yapının içinde, bakıcısı duvara et asmış kurutmakta. Vezir Tonyukuk'unki az ileride doğada, hala yüzyıllara, sert bozkır iklimine ve şartlarına karşı yüzyıllara meydan okumakta!
İnsanın bir yere, bir kimseye ait olma ihtiyacı var, bu en asgari düzeyde de olsa... Futbol fanatizminden, klüp üyeliğine, masonluktan tarikat mensupluğuna uzanan bir kimlik arayışı. Oysa böyle bir coğrafyada gökkubbeden öte bir şeye ait olmaya gerek yok!
Kalon Minare'ye bakıyorum hayran hayran, Buhara'nın ıssız bir çıkmaz sokağının köşesinden...! Çevredeki herşey bana Batılıların ısrarla çizmek istedikleri bir Doğu mistizmini anımsatıyor. Oysa ne giz var ortada, ne de saklı birşey! Bin yıl önce deve sırtında varsaymışız, muhtemelen tepesindeki meşaleyi görüp, verdiği güvenle bir oh çekip gülümsermişiz. Ya da Cengiz Han'ın ordularıyla girsek şehre, aynen onun yaptığı gibi bir parmağımızı ısırarak hayranlıkla izlermişiz; muhtemelen! Bir zamanlar Arapların "Maveraünnehir" dedikleri, Aşağı Türkistan topraklarıymış bugünkü Özbekistan vatanı! Konuştuğumuz Türk dilinin nerelerden çıkıp geldiğini görmek, yazılı kelimelere dikkatlice baktığımızda çoğunu çözümleyebildigimizi görmek mutlu ediyor bizi! Köklerimiz bu topraklarda...! Ve bu toprakları tanımamak, bu topraklarla birkaç günlüğüne de olsa haşır neşir olmamak, dedenizi - ninenizi hiç tanımamak ve bunun asla farkında bile olmamak gibi birşey olur...
Kalon Minare'ye bakıyorum hayran hayran, Buhara'nın ıssız bir çıkmaz sokağının köşesinden...! Çevredeki herşey bana Batılıların ısrarla çizmek istedikleri bir Doğu mistizmini anımsatıyor. Oysa ne giz var ortada, ne de saklı birşey! Bin yıl önce deve sırtında varsaymışız, muhtemelen tepesindeki meşaleyi görüp, verdiği güvenle bir oh çekip gülümsermişiz. Ya da Cengiz Han'ın ordularıyla girsek şehre, aynen onun yaptığı gibi bir parmağımızı ısırarak hayranlıkla izlermişiz; muhtemelen! Bir zamanlar Arapların "Maveraünnehir" dedikleri, Aşağı Türkistan topraklarıymış bugünkü Özbekistan vatanı! Konuştuğumuz Türk dilinin nerelerden çıkıp geldiğini görmek, yazılı kelimelere dikkatlice baktığımızda çoğunu çözümleyebildigimizi görmek mutlu ediyor bizi! Köklerimiz bu topraklarda...! Ve bu toprakları tanımamak, bu topraklarla birkaç günlüğüne de olsa haşır neşir olmamak, dedenizi - ninenizi hiç tanımamak ve bunun asla farkında bile olmamak gibi birşey olur...
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder