11 Eylül 2012 Salı

Operanın "Aşıp" Gerçekdışı Olduğu An: Bregenz Festivali


Hayallerini piyangodan para çıkmasına gerek duymadan gerçekleştirmek için adım atabilen cesur insanlar vardır… O adım ki; basit olduğu kadar karmaşıktır da. Aslında o kadar da zor olmadığına ikna olduğunuzda, güzel olanı bunu paylaşabilmektir ki; başkasının hayaline ortak olacak bir yandaş, bir “canan” bulmanın da en az hayaller kadar yakın ve uzak olduğunu kavrarsınız…! Aşağıdaki yazı, tüm bu zorlukları aşıp, gerçek olmuş bir hayalin öyküsüdür… Bu hayal kadar da sıra dışı bir sanat olayının iyi niyetle ve son derece alçak yüreklilikle yapılmaya çalışılmış bir tasviridir.
Konstanz… Almanya, İsviçre ve Avusturya arasında, 536km2’lik yüzölçümüyle, Avrupa’nın üçüncü büyük gölü. Ne uzunluğu, ne eni, ne de en derin yeri ilgilendiriyor bizi… Çünkü Konstanz Gölü bizim için sadece hayalimizin “sahnesi”… Evet, birazdan gerçekten de her şey burada sahne alacak. Bize sadece, ağzımız açık kalarak ve şaşkınca, inanmaz gözlerle birbirimize bakmak kalacak. Aslında ta 1946 yılından beri burada düzenlenen opera festivalinin dünyaca “iyice” ünlenmesi, 22. James Bond filmi olan “Quantum of Solace”ta, bir “Tosca” performansından bol bol sahneler gösterilmesiyle oluyor(2008). Filmde gördüğüm, gölün üzerinde kurulmuş sahne ve 7000 kişi kapasiteli, kara üzerine kurulmuş Açıkhava tiyatrosu, bu festivali “ölmeden önce yapılması gereken 100 şey” adlı listemin en baş sıralarına yerleştirmeye yetiyor…
Karşımdaki olağanüstü dekora baktığım zaman, hikayeyi bir puzzle gibi kurmaya başlıyorum kafamda: Karaköy… Bankalar Yokuşunu çıkarken sağdaki ilk sokakta bulunan Saint Pierre Hanı. İstanbul’un kendi halinde çürümeye, kendi halinde kaderine; yok olmaya bırakılmış taş yapılarından bir tanesi… Tüm bu tüketilmişliğin eşiğinde aradığım şeyi buluyorum: Bir tabela! Üzerinde zar zor okunan ve Fransızca olarak yazılmış bir satır; “André Chenier 30 Ekim 1762’de bu binada doğmuştur”.
Babası 20 yıl kadar ticaret yaptıktan sonra, İstanbul’a konsolos olarak atanmıştır. André 3 yaşındayken, aile Galata’dan Paris’e taşınmıştır ve her ne kadar baba daha sonra görev gereği Fas’a gitse de, Chenier Paris’ten ayrılmamıştır. Burada çok iyi bir eğitim görmüş ve  1789 yılında Fransa’da ihtilal olduğu zaman “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkesini samimiyetle benimsemiştir…  Feodal düzen içerisinde 14. ve 15. Yüzyıllarda gittikçe güçlenen burjuvazinin, 18. Yüzyılda şiddetle arzuladığı siyasal üstünlüğü elde etmesi; tarihin her döneminde olduğu gibi bu zümreye de yeterli gelmeyecek ve bahsi geçen zümre bu ekonomik ve siyasi üstünlüğü, gerçekleştirmiş olduğu hedefe ve halk eylemine ters düşerek, onu ezme yönünde kullanacaktır. Bu sonucun “şanssız” birçok kurbanından biri de André Chenier olacaktır.
Oysa 18. yy sonu devrim Fransa’sı gerçekten de “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkesi çevresinde bir bütün olmuş fikir adamlarının yetiştiği, insanın mutluluğuna ters düşen; akla, mantığa, doğaya karşı olan her türlü önyargıyı ve boş inancı yıkmaya yönelik aydınlanma çağını hediye etmişti tüm insanlığa… Devrimcilerin başında Danton, Maximilian de Robespierre, Mirabeau, Jean-Paul Marat gelmekteydi ve André Chenier de onlar gibi düşünen aydınlardan bir tanesiydi…
Jean-Paul Marat… Devrimin başrol oyuncularından… Göle doğru bakıyorum ve karşımda onu görüyorum. Tam 24 metre yükseliyor göğsünden başına kadar Konstanz Gölü üzerinde ve tam 154 basamakla çıkıyorlar sanatçılar göğsünden başına bu sıra dışı dekorun! İlhamı, devrimcinin talihsiz ölümünü tasvir etmiş bir yağlıboya tablo veriyor…  Krala yakın bir grup olan Jironden yanlısı genç bir kadın tarafından banyosunda bıçaklanarak öldürülmüş, 1793 yılının 13 Ocak’ında… Konstanz Gölü kadar uygun bir dekor olabilir miydi banyo küveti olarak kullanılmak üzere?

Saat 21.15’te opera başlıyor, ara olmayacak ve yüzlerce insan nefeslerimizi tutmuş, çıt çıkarmadan izliyoruz, dinliyoruz, şaşırıyoruz, takdir ediyoruz, hayran kalıyoruz ve daha nice güzel hisler besliyoruz önümüzde olup bitene… Oyuncular ihtilal yapıyorlar, göle atlıyorlar, dekorun vücuduna tırmanıyorlar, dekorun gözü açılıyor devrimciler çıkıyor, bir tarafta kitaplar var ve Chenier şiirlerini yazıyor, Azrail geliyor sandalına binmiş, dekorun bir parçası ayrılıyor ve yüzerek diğer tarafa geçiyor, aryalar, müzik… Karşımızda ezber bozan cinsten bir sanat şöleni “vücut” bulmakta…
Dünya üzerinde her devrimde olduğu gibi, Fransız İhtilali sonrasında da devrimciler arasında fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kralla meclisi, burjuvazi ile aristokrasiyi uzlaştırma çabasında olanlar yavaş yavaş “devrim” kavramını yozlaştıracak ve bu kutuplaşma sonrasında André Chenier özgürlük mesajları veren şiirlerini “hapiste” yazmaya devam edecektir. Jean-Paul Marat gibi, onu da hüzünlü bir son beklemektedir; 1794 yılının 25 Temmuz’unda giyotinle idam edilmiştir… Henüz 32 yaşındadır…
Çılgınca alkışlıyoruz acı sonu gördükten sonra… Sanatın insana nasıl bir bakış açısı verebileceğine şükrederek tekrar tanık oluyorum… Sanatçının hayal gücünün “sıradan” olanın ne kadar ötesine gidebileceğinin sınırlarının uçsuz bucaksızlığının ortasında sarhoş gibi dolaşıyorum… Bregenz, Avusturya’dayım… “Ölmeden önce yapılması gereken 100 şey” adlı listemin en baş sıralarındaki bir satırın üstünü sakince “iki defa” çiziyorum… “Ortak” gerçekleşmiş bir hayal… tıpkı devrim gibi… sağ tarafıma bakıyorum;
“Çıkalım mı artık?”….
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK

NOT:Bu yazıyı 9 Eylül sabahı hayata gözlerini yuman, çok sevgili insan, Şeref Amca'ya ithaf ediyorum... Yolu ışık, mekanı cennet olsun...