Hayallerini piyangodan
para çıkmasına gerek duymadan gerçekleştirmek için adım atabilen cesur insanlar
vardır… O adım ki; basit olduğu kadar karmaşıktır da. Aslında o kadar da zor olmadığına
ikna olduğunuzda, güzel olanı bunu paylaşabilmektir ki; başkasının hayaline
ortak olacak bir yandaş, bir “canan” bulmanın da en az hayaller kadar yakın ve
uzak olduğunu kavrarsınız…! Aşağıdaki yazı, tüm bu zorlukları aşıp, gerçek
olmuş bir hayalin öyküsüdür… Bu hayal kadar da sıra dışı bir sanat olayının iyi
niyetle ve son derece alçak yüreklilikle yapılmaya çalışılmış bir tasviridir.
Konstanz…
Almanya, İsviçre ve Avusturya arasında, 536km2’lik yüzölçümüyle, Avrupa’nın
üçüncü büyük gölü. Ne uzunluğu, ne eni, ne de en derin yeri ilgilendiriyor bizi…
Çünkü Konstanz Gölü bizim için sadece hayalimizin “sahnesi”… Evet, birazdan
gerçekten de her şey burada sahne alacak. Bize sadece, ağzımız açık kalarak ve
şaşkınca, inanmaz gözlerle birbirimize bakmak kalacak. Aslında ta 1946 yılından
beri burada düzenlenen opera festivalinin dünyaca “iyice” ünlenmesi, 22. James
Bond filmi olan “Quantum of Solace”ta, bir “Tosca” performansından bol bol
sahneler gösterilmesiyle oluyor(2008). Filmde gördüğüm, gölün üzerinde kurulmuş
sahne ve 7000 kişi kapasiteli, kara üzerine kurulmuş Açıkhava tiyatrosu, bu
festivali “ölmeden önce yapılması gereken 100 şey” adlı listemin en baş
sıralarına yerleştirmeye yetiyor…
Karşımdaki
olağanüstü dekora baktığım zaman, hikayeyi bir puzzle gibi kurmaya başlıyorum
kafamda: Karaköy… Bankalar Yokuşunu çıkarken sağdaki ilk sokakta bulunan Saint
Pierre Hanı. İstanbul’un kendi halinde çürümeye, kendi halinde kaderine; yok
olmaya bırakılmış taş yapılarından bir tanesi… Tüm bu tüketilmişliğin eşiğinde
aradığım şeyi buluyorum: Bir tabela! Üzerinde zar zor okunan ve Fransızca
olarak yazılmış bir satır; “André Chenier 30 Ekim 1762’de bu binada doğmuştur”.
Babası 20
yıl kadar ticaret yaptıktan sonra, İstanbul’a konsolos olarak atanmıştır. André
3 yaşındayken, aile Galata’dan Paris’e taşınmıştır ve her ne kadar baba daha
sonra görev gereği Fas’a gitse de, Chenier Paris’ten ayrılmamıştır. Burada çok
iyi bir eğitim görmüş ve 1789 yılında
Fransa’da ihtilal olduğu zaman “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkesini
samimiyetle benimsemiştir… Feodal düzen
içerisinde 14. ve 15. Yüzyıllarda gittikçe güçlenen burjuvazinin, 18. Yüzyılda şiddetle
arzuladığı siyasal üstünlüğü elde etmesi; tarihin her döneminde olduğu gibi bu
zümreye de yeterli gelmeyecek ve bahsi geçen zümre bu ekonomik ve siyasi
üstünlüğü, gerçekleştirmiş olduğu hedefe ve halk eylemine ters düşerek, onu
ezme yönünde kullanacaktır. Bu sonucun “şanssız” birçok kurbanından biri de
André Chenier olacaktır.
Oysa 18. yy sonu
devrim Fransa’sı gerçekten de “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkesi çevresinde bir
bütün olmuş fikir adamlarının yetiştiği, insanın mutluluğuna ters düşen; akla,
mantığa, doğaya karşı olan her türlü önyargıyı ve boş inancı yıkmaya yönelik
aydınlanma çağını hediye etmişti tüm insanlığa… Devrimcilerin başında Danton,
Maximilian de Robespierre, Mirabeau, Jean-Paul Marat gelmekteydi ve André
Chenier de onlar gibi düşünen aydınlardan bir tanesiydi…
Jean-Paul
Marat… Devrimin başrol oyuncularından… Göle doğru bakıyorum ve karşımda onu
görüyorum. Tam 24 metre yükseliyor göğsünden başına kadar Konstanz Gölü
üzerinde ve tam 154 basamakla çıkıyorlar sanatçılar göğsünden başına bu sıra dışı
dekorun! İlhamı, devrimcinin talihsiz ölümünü tasvir etmiş bir yağlıboya tablo
veriyor… Krala yakın bir grup olan
Jironden yanlısı genç bir kadın tarafından banyosunda bıçaklanarak öldürülmüş,
1793 yılının 13 Ocak’ında… Konstanz Gölü kadar uygun bir dekor olabilir miydi
banyo küveti olarak kullanılmak üzere?
Saat 21.15’te
opera başlıyor, ara olmayacak ve yüzlerce insan nefeslerimizi tutmuş, çıt
çıkarmadan izliyoruz, dinliyoruz, şaşırıyoruz, takdir ediyoruz, hayran
kalıyoruz ve daha nice güzel hisler besliyoruz önümüzde olup bitene… Oyuncular ihtilal
yapıyorlar, göle atlıyorlar, dekorun vücuduna tırmanıyorlar, dekorun gözü
açılıyor devrimciler çıkıyor, bir tarafta kitaplar var ve Chenier şiirlerini
yazıyor, Azrail geliyor sandalına binmiş, dekorun bir parçası ayrılıyor ve
yüzerek diğer tarafa geçiyor, aryalar, müzik… Karşımızda ezber bozan cinsten
bir sanat şöleni “vücut” bulmakta…
Dünya
üzerinde her devrimde olduğu gibi, Fransız İhtilali sonrasında da devrimciler
arasında fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kralla meclisi, burjuvazi ile
aristokrasiyi uzlaştırma çabasında olanlar yavaş yavaş “devrim” kavramını
yozlaştıracak ve bu kutuplaşma sonrasında André Chenier özgürlük mesajları veren
şiirlerini “hapiste” yazmaya devam edecektir. Jean-Paul Marat gibi, onu da
hüzünlü bir son beklemektedir; 1794 yılının 25 Temmuz’unda giyotinle idam
edilmiştir… Henüz 32 yaşındadır…
Çılgınca
alkışlıyoruz acı sonu gördükten sonra… Sanatın insana nasıl bir bakış açısı
verebileceğine şükrederek tekrar tanık oluyorum… Sanatçının hayal gücünün “sıradan”
olanın ne kadar ötesine gidebileceğinin sınırlarının uçsuz bucaksızlığının
ortasında sarhoş gibi dolaşıyorum… Bregenz, Avusturya’dayım… “Ölmeden önce
yapılması gereken 100 şey” adlı listemin en baş sıralarındaki bir satırın üstünü
sakince “iki defa” çiziyorum… “Ortak” gerçekleşmiş bir hayal… tıpkı devrim gibi…
sağ tarafıma bakıyorum;
“Çıkalım mı
artık?”….
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
NOT:Bu yazıyı 9 Eylül sabahı hayata gözlerini yuman, çok sevgili insan, Şeref Amca'ya ithaf ediyorum... Yolu ışık, mekanı cennet olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder