17 Şubat 2012 Cuma

ŞİLİ’NİN “LA NUEVA CANCION (YENİ TÜRKÜ)” AKIMI

“En başından, Şili’den başlayalım; insanın gezegenden aşağı düşmeden gidebileceği en uzak yer olduğundan, pek az kimsenin haritada yerini gösterebileceği o ücra ülkeden.” İşte böyle söylüyor anavatanı için ünlü yazar Isabel Allende…! “Yukarıdan aşağı uzayıp giden özellikler ülkesi” diye tasvir ettiği, spaghetti benzeri ince uzun, 4300km’lik Şili; gezgine hakikaten de glacierlerden tutun da dünyanın en kurak çöllerine, volkanlardan ve alpin coğrafyadan tutun da, göz alabildiğine üzüm bağlarına kadar çok çeşitli bir coğrafyayı cömertçe sunan bir ülke.
Bu ülke aynı zamanda benim dönemden insanların anne-babalarının 70lerde yakından izlediği bir ülke, çünkü 1970’te Batılı devletlerde olmayacak bir şey olmuş ve Salvador Allende “Unidad Popular” (Halk Birliği) Partisinin adayı olarak “serbest seçimle” iktidara gelmiş ilk “Marksist” Cumhurbaşkanı olmuş… Dünyadaki tüm entellektüeller Şili’yi izler olmuş… Ülkesinde diktatörlükle ezilen tüm halklara, özgür iradeyle başa getirilen Allende ve Şili bir örnek olmuş. O dönemler henüz Küba’daki devrimin ateşinin sönmediği, Güney Amerika halklarının genel olarak başlarındaki diktatörlerden bıktığı, hatta hatta batılı kökenlerinin temelini oluşturan İber Yarımadası’nda da Franco’nun, Salazar Hükümetinin son demlerini hala yaşadığı yıllar… İşte böyle bir ortamda seçim zaferini kutlamak için bir büyük panonun önünde durmuş Allende ve bu panonun üzerinde “Devrim, şarkılar olmadan olmaz” yazıyormuş…
Şarkısız devrim olmazmış, devrim şarkıları 60lı yılların sonunda Küba’da “Nueva Trova” akımıyla, klasik gitarla söylenen trova tarzı müziğin sözlerini genel anlamda politikleştirerek doğmuş ilkin; dünyanın bu ortak bir lisan kullanan büyük parçasında… Sonrasında Şili’de politikleşmiş ve özgür düşünceyi bastırmaya, yok etmeye çalışan dikta mantığına karşı bir protesto kimliğine bürünmüş ve adına Nueva Cancion (Yeni Şarkı) denmiş. İspanyolcanın bu coğrafyada ortak dil olması ve benzer politik tavırlar altında ezilen halkların kendilerini birbirlerine yakın hissetmeleri, bu akımın başta El Salvador, Nikaragua, Arjantin ve Guatemala olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesinde ve İspanya’da özellikle Joan Manuel Serrat önderliğinde Katalunya bölgesinde yayılmasına yol açmıştır.
Dönem aynı zamanda bu coğrafyada köylerden, küçük yerleşimlerden, yerli halkın şehirlere göç ettiği ve göçle beraber kendi yerel tatlarını, özelliklerini ve geleneklerini büyük şehirlere taşıdıkları bir dönemdir. Böylelikle özellikle And Dağları müzik kültüründe gördüğümüz quena (And flütü), zampoña (pan-flüt), on telli charango  gibi enstürmanlar bu protest müzikle harmanlanır.
Şili’de bu tarzı icra eden şarkıcılar içinde adını ilk anacağımız Violeta Parra’dır. Babası müzik öğretmeni olan Parra, küçük yaşlarda annesinin kendisine öğrettiği halk şarkılarına gitarıyla eşlik etmeye başlamıştır. İspanyolca dilinde yazılmış en güzel şarkılardan biri olan “Gracias a la Vida” tüm Latin Amerika halklarına ilham vermiştir ve hala herkes tarafından bilinip söylenen bir şarkıdır. Özünde, hayatta sahip olduğumuz ve insani hırsımız ve kibrimizden dolayı bir türlü göremediğimiz “ufak” şeylere bir “şükran” güzellemesidir Gracias a la Vida… Ancak Violeta Parra ahir hayatında ne Allende’nin seçildiğini görmüştür,  ne de daha sonra benzer akımın temsilcilerinin Pinochet tarafından hapse atıldığını, işkence gördüğünü, kaçmak zorunda kalmalarını ya da sürgünde yaşamak zorunda bırakılmalarını… Çünkü Violeta Parra başyapıtını verdikten sonra, adeta dediklerine karşı çıkar bir tavırla, karşılık görmeyen aşkının acısına dayanamayıp 1967’de intihar etmiştir… Bu yüzden Şilililerin bazıları ve şahsım hala affetmezler onu…

Bir diğer öncüsü bu akımın, sonu onun da pek  “iç açıcı” olmayan Victor Jara’dır. Şili kültür ve müziğine büyük katkıları olan Victor Jara Unidad Popular (Halk Partisi) adına birçok konser vermiştir ve Şili için (de) acıyla hatırlanan 1973’ün “11 Eylül” günü General Augusto Pinochet’nin yaptığı darbeyle, kendi gibilerle beraber Milli Stada götürülmüş ve işkence görmüştür… Bakın Rus gazetesi Pravda’nın muhabiri Vladimir Çernisev nasıl anlatıyor şarkıcının ölümünü;“Victor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı refakatçisiyle, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Victor’un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar.” Tarih 16 Eylül 1973’tür… Ona mezar olan stad artık onun adını taşısa da maalesef bu acılar hiç unutulmayacaktır…

Şili’nin, hiç kuşkusuz o dönemden en çok sevilen müzisyenlerinden biri de Inti-Illimani adlı gruptur. Bu grup 1967 yılında, Üniversitede okuyan bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. Darbe sırasında yurt dışında konser vermekte olan grup, Pinochet’nin bu tür müziğe yasak koymasından sonra ülkelerine dönememişler ve taa 1988’e kadar İtalya onları konuk etmiştir.  Grubun adı olan Inti- Illimani, And Dağ kültüründe hala varlığını sürdüren iki yerli dilinden almaktadır kökenini; İnka Kültürünün anadili olan Quechua’da “Inti”,  güneş anlamına gelmektedir. Illimani ise diğer bir yerli dili olan Aymaracada “kondor” (akbaba) anlamına gelmektedir ve aynı zamanda Bolivya’daki heybetli zirvenin adıdır. Önceleri Violeta Parra ve Victor Jara’nın şarkılarını söylerken, daha sonra besteleri için Pablo Neruda ve Rafael Alberti gibi şairlerin şiirlerinden faydalanmışlardır. Bu grup aynı zamanda bizim “Yeni Türkü” adlı grubumuzu etkilemiş (hatta grubun adı da Nueva Cancion’dan gelmektedir) ve özellikle onların “Buğdayın Türküsü” adlı albümlerini yaratmalarına büyük ilham kaynağı olmuşlardır.


Şili’nin çıkarmış olduğu gruplardan biri de “Quilapayun”dur. 1960ların ortasında kurulan bu grup da 1973 darbesinden sonra Fransa’ya sürgüne gitmeye zorlanmıştır. 1965’te grup ilk kurulduğunda ve ilk konserlerini verecekleri zaman müzik direktörlüklerini Violeta Parra’nın oğlu olan Angel Parra yapmıştır.


Parantez açmak istediğim bir konu da “Julio Numhauser”dır. Quilapayun adlı grubun kurulmasından önce Numhauser, grubun daimi üyeleri Julio ve Eduardo Carrasco kardeşler ile başka bir müzik grubu kurmuştu… Julio Numhauser; benim İspanyolca dilinde bugüne kadar dinlemiş olduğum en güzel şarkılardan birinin söz yazarıdır. Bu dev şarkıyı yorumlayan Mercedes Sosa ise Nueva Cancion akımının Arjantin’den çıkmış en önemli yorumcusudur. Çok yakın bir tarihte kaybettiğimiz “La Negra” (Lakabını yasaklanan albümünden alıyor), Latin Amerika’nın bağrından çıkmış en “yiğit” kadınlardan biridir. İşte “TODO CAMBIA” adlı bu muhteşem şarkının yazarı 1973 darbesiyle İsveç’e sürgüne gitmek zorunda kalmış olan Numhauser ve yorumcusu Mercedes Sosa’dır.

TODO CAMBIA
Sığ olan değişirken, derin olan da değişir
Düşünmenin yolları değişir, bu dünyada her şey değişir
Zaman geçer iklim değişir, çobanın sürüsü değişir
Her şey değişirken böyle, benim değişmem garip mi söyle
En güzel mücevherin ışıltısı değişir, parlaklığı eskiyip giderken
Küçük kuşun yuvası değişir, sevdalıların duyguları değişir
Yolcunun yolu değişir, nice acılı olsa da, her şey değişirken böyle
Benim değişmem garip mi söyle….!
Değişim, her şey değişir…. Güneşin yörüngesi değişir, geceyi sürdürmek için
Çiçekler değişir, baharın yeşilini kuşanmak için
Vahşi hayvanların kürkü değişir, bilge olanların da saçları değişir
Her şey değişirken böyle, benim değişmem garip mi söyle…!
Değişmez ancak benim AŞKIM!
Uzaklarda olsam da, ne yurdumun ne halkımın, acısı ve anısı terk eder beni
Dünü değiştiren şey, yarını da değiştirir
Tıpkı benim bu sılada, değiştiğim gibi
Değişim, her şey değişir, değişmez ancak benim aşkım
Uzaklarda olsam da, ne yurdumun ne halkımın
Acısı ve anısı terk eder beni…

http://www.youtube.com/watch?v=hf2cnIDyKL8&feature=related
Bu iyi niyetli yazının sonunu; en başta söylediğim Gracias a la Vida’ya ayırıyorum… Mercedes Sosa ve ufak yaşlardan beri hayranı olduğum, global protest müziğin en iyi öncülerinden köklerinde Latin Kanı da olan Joan Baez’in muhteşem yorumuyla…
Ve eklemek istiyorum,bu dünyada  “ideallerinin gerçekleştiğini görememiş” ve hayatın ideallerle yürümediğini anlayıp “bizzat hayatın kendisi tarafından” bir köşeye oturmak zorunda bırakılmış bir neslin “kızı” olarak “en azından” şunu tekrar etmek istiyorum; ÖZGÜR DÜŞÜNCE VE ÖZGÜR İFADENİN HER ZAMAN YANINDA VE ARKASINDAYIM...!
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder