Bir deniz motorundan iniyoruz ve ayaklarımız Riva degli Schiavoni’ye basıyor… Öyle bir soğuk var ki, aslında birkaç yüz metrelik bu anıtsal kıyı yolunu özümseyerek, saatler boyunca sürecek bir yürüyüşle geçmemiz gerekirken; süpürür gibi, bir an önce kendimizi otele atma isteği içinde çeyrek saat süren bir “yarı maraton” hali içinde sindiriyoruz…
Aklıma her zaman olduğu gibi “Acaba Napolyon’un askerlerinin çizmeleri de bu kıyıdan çıkarak mı basmıştı Venedik’e” sorusu geliyor… Osmanlı’nın muhteşem yüzyılında, koskoca imparatorluğa kafa tutabilen, İstanbul’a gönderilen elçilerinin raporlarının didik didik incelendiği, iki yanındaki iki “dev” imparatorluğun arasında casuslarıyla, izlediği politikayla, deniz ticaretindeki önderliğiyle son derece stratejik ve önemli bir tahta oturtulmuş, “La Repubblica Serenissima” (Çok Huzurlu Cumhuriyet), Napolyon’a karşı tek bir mermi atmadan teslim etmiş şehrin anahtarlarını… Bugün hayranlıkla gezdiğimiz Düklük Sarayının Büyük Salonunda, senato son kez toplanarak kendi kendini feshederek La Serenissima’yı tarihin köşe açılarından birine yerleştirmiş…
Yürümeye başlıyoruz bu muhteşem kıyıyı… Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesinde Venediklilerden bahsedişi geliyor aklıma; diğer Avrupalı beyzadelerin Venedikli tüccarları asil bir soydan değil de balıkçılıktan ve ticaretten gelerek zengin oldukları için aşağıladıklarını anlatışını hatırlayıp, tekrar gülümsüyorum… Hakikaten de balıkçıydı soyları, dünyanın yaşamaya en elverişsiz yerlerinden biri olan, bataklık alan lagüne yerleşmişlerdi Napolyon’un “ziyaretinden” en az 1000 yıl önce ve burada, taşın toprağın ağacın bile olmadığı bir yerde; evler, köprüler, saraylar inşa edip tüm Akdeniz ticaret yollarının denetimini ellerine almayı başardılar…
İşte yürüyorum Riva degli Schiavoni’de… Adını Dalmaçyalı tüccarlardan alıyor, o zamanlar Dalmaçya’ya “Slavonia” ya da “Schiavonia” denirmiş ve bu kıyıda en çok mal indiren onların gemileri, kıyıda en çok ticari standlar açanlar da yine onlar oldukları için adlarını da baki kılmışlar… Pieta Kilisesinin önünde duruyoruz, birden 18.yy’a gittiğimi hissediyorum ve dinliyorum orada “Kızıl Saçlı rahip” Antonio Vivaldi’nin kemanını ve ders verdiği yetim kızların melek gibi seslerini… Sonra ilk İtalyan Kralı Vittore Emmanuale II’nin atlı heykeline bir selam veriyorum ve ünlü Hotel Danieli’nin önünden geçiyorum, yani eski Dandolo Sarayı’nın… Dük Enrico Dandolo’yu hatırlıyorum, IV. Haçlı Seferinin başında İstanbul’a girişini, yaşlılıktan kör olmuş gözlerinin, o asla doyurulamaz açgözlülüğünü bir nebze bile köreltmediğini düşünüyorum… Güzelim Constantinopolis’i yağmalayışını düşünüyorum… Ayasofya’daki temsili mezarını düşünüyorum… Şimdi birçok insanın buranın önünden umursamazca geçişini düşünüyorum… ve ilerliyorum ben de, işte Düklük Sarayı ve içinde ünlü Casanova’yı da misafir eden hapishaneye yaklaşıyoruz. Mahkumların Venedik’e son bir kez bakıp iç çektikleri “Ponte dei Sospiri” tarihin bir şahidi gibi orada asılı kalıp durmuş adeta… Bense üzerinden geçtiğimiz Paglia Köprüsünün ayağına yaklaşıyorum biraz daha ve orada herkesin gözünden kaçan “Goldolcular Meryemi” rölyefine de bir selam veriyorum…
Artık Napolyon’un “Avrupa’nın en güzel oturma odası” dediği San Marco Meydanı'na vardık. Gezimizin en can alıcı bölümü ertesi gün burada izleyeceğimiz “Venedik Karnavalı Açılış Töreni”. Heyecanlıyız… çünkü açılışta yapılan “Melek Uçuşu”(Il Volo Dell’Angelo) tarihi bir olay ve çok uzun zamandır aynı yerde aynı şekilde tekrarlanıyor. Çok kısa bir süre öncesine kadar “Türk Uçuşu” (Volo del Turco) olarak anılan gösteri 1548 yılında geçen bir olaydan esinleniyor… Her ne kadar olayın tarihi bilinse de, bu esrarengiz Türk’ün kimliği kayıtlara geçmemiş… Bazılarına göre bu kişi maharetli bir ip cambazı, bazılarına göre ise biraz önce bahsini ettiğimiz zindanlarda çile çeken bir esir… Bu Türk, meydandaki neredeyse 100metre yüksekliğindeki Çan Kulesinden, meydana doğru gerilmiş bir ipten maharetle kaymış ve Venedik Dük’ünün önüne inmiş… Bazı kaynaklar, elindeki kağıt karanfilleri Dük’e sunduğunu bile yazar! İşte o gün bugündür, bu tarihi olay temsili olarak Venedik Karnavalının açılış seremonisi haline gelmiş… Kimsenin aklına zindanları getirmemek adına mı olsa (?) , “Türk’ün” yerini zamanla güzeller güzeli bir melek almış…
Olayın gerçekleşeceği gün meydana varıyoruz. Her zaman olduğu gibi 16.yy’da temelleri atılan “Commedia dell’Arte” doğaçlama tiyatro geleneğini hatırlatan bir ahşap sahne kurulmuş meydanda. Tam ortası demirden muhafazalarla kapatılmış ve belli bir ücret karşılığında insanların girmesine izin veriliyor. Diğer kısımlar açık, ancak bir hayli kalabalık… Bu özel gösteriyi yakından görmek amacıyla biz de orada yerimizi alıyoruz… “Corteo di Apertura del Carnevale” (Karnaval Yürüyüşü) ile bizleri birkaç yüzyıl öncesine götüren kostümleriyle Venedikliler geliyorlar… Adeta bir 18. yy defilesinde, asillerle dolu bir ortamda gibi hissediyorum kendimi… Derken bir diğer ünlü Karnaval olan Verona Karnavalının ünlü yüzü “Il Papa del Gnoco” (Patates Köftesi Babası) geliyor sahneye… Ondan sonra tüm maiyetiyle Dük geliyor ve Melek Uçuşu için geçen yılın “Marialar Geçidine” katılmış, 12 evlilik çağındaki genç kız arasından seçilmiş olan “Melek” balkonda görünüyor. Ortamın havası iyice ısınıyor ve sanki seremoni daha renkli geçsin diye güneş de işbirliği yapmış ve açmış yüzünü gülümsüyor hepimize… Bu yılki melek, Julia adında güzeller güzeli bir kız… Orada havada asılı dururkenki heyecanını, meydanda ben bile hissediyorum! Ancak tüm soğuğa ve heyecana ve yüksekliğe rağmen Julia gülümsemeyi başarıyor ve yavaş yavaş meydandaki sahneye kadar indiriliyor!
Neler geçmiyor ki onun öylece havada asılı kaldığı dakikalar boyunca aklımdan…! Ama en çok, Batı kültürüne bu kadar da damgasını vurmuş “gelenekleri yaşatma” eyleminden bizim nasibimizi “hiç” almamış olmamıza hayıflanıyorum… Neden yaşatamıyoruz biz geleneklerimizi? Neden hiçbir Türk oğlunun(kızının), 1548’de Venedik semalarında uçan o Türk’ten haberi bile yok…?
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Cok guzel bir yazi. elinize saglik. dandolo ile ilgili bilgi icin de teekkurler.
YanıtlaSilRica ederim Cengiz Bey, değerli takdiriniz için ayrıca teşekkürler...!
YanıtlaSil