MONTEREY VE
1967 POP FESTİVALİ
…yola çıkıyoruz arabayla Los Angeles’tan…
Öyle bir heyecanım, o kadar karışık duygularım var ki! Burada başlamamıştı
hiçbir şey; hayatımda yaşadığım her şey sıra dışıydı… Aslında sıradan olması
için uğraşmıştım ancak kaderim farklıydı! Artı, kadere karşı çıkacak gücüm
yoktu ve hiçbir zaman pişman olmadım bu acizliğimden!
Önce bir plak geliyor aklıma, 14 yaşımda
elime alıp dinlediğim bir plak…! Üzerinde “Three Days of Music and Peace (Müzik
ve Barışla Dolu 3 Gün)” yazıyor… Tüm dünyanın ortak dili olan müzikle daha
güzel bir başlık kombinasyonu düşünebilir miydim? Sanırım HAYIR…! Dikkatle
dinledim plağı, ki bunu; takip eden günler, aylar ve yıllar boyunca hep
yapacaktım… Zaman içinde kendimde oluşturduğum hissiyat; aslında oralara
gitmiş, o dönemlerde yaşamış olma sanısıydı! Ve hemen başka bir anı düşüyor
aklıma; “2400 Fulton Street” adlı CD’nin açıklama broşüründe ünlü bir aktörün
“Eğer 60ları hatırlayabiliyorsanız GERÇEKTEN orada değildiniz” deyişi…! Daha
CD’ler çok yeniydi ve ortaokul harçlığımızla orijinallerine paramız yetmediği
için Akmar Pasajı’ndaki Zihni Abi’den kopyalarını yaptırırdık… Hatta CD’den
önce kaset vardı! “Abi, bak; Saturday Afternoon / Won’t You Try”ın olduğu
albümü istiyorum ben, ne olur yap bana bir tane! Sonraları, harici diskte on
binlerce şarkı depolarken, yıllarca atmaya kıyamadığım ve tozlarını aldığım bu
kasetleri en sonunda kendimi ikna edip “uzaklaştırdığımda” hissettiğim o derin
acı…!
Bir gün önceki inanılmaz uzun yolculuğun ve
saat farkının etkileri iyice üzerime çöküyor. Öğleden sonra 16.00 civarı yola
çıkmışız Monterey’e doğru. Tüm sabah boyunca Los Angeles ve civarını gezmişiz.
Önümüzde 500km’lik bir yol var. Evdeki hesap çarşıya uymamış ve direksiyonun
başında gözlerim kapanmakta… Filomen ısrarla yol üzerinde başka bir otelde kalmayı
öneriyor Monterey’ deki otel rezervasyonumuzu yakarak! Nasıl yapabilirim ki
böyle bir şey? İlk gençlik yıllarımdan beri burada olmak istemişim; durmak,
okyanusa doğru dönmek ve uzun uzun bakmak…! “Ne olur gidelim” diyorum, “söz,
çok yorulursam dediğini yaparız”! Benzin almak için durduğumuz yerde içtiğim
kahve birden bana önleyemediğim, taşkın bir neşe veriyor ve bu gazla bastığım
pedal bizi GPS aletinin ön gördüğü zamandan ve araba kabak olmadan önce atıyor
Monterey kıyılarına…!
...1967, Haziran ayı... "Summer of
Love" ve Amerika'nın bugüne kadar çıkardığı en büyük efsane ve insani
dönem burada başlamak üzere! Aslında her ne
kadar bu fenomenin merkezi San Francisco, Haight- Ashbury olsa da, bu kocaman
boş alana baktığım anda binlerce güzel ve saf insan canlanıyor gözümün önünde!
Hepsinin politik bir duruşu var, savaşa karşı olan… Duygularını açıkça ifade
etmek ve yaşamak istiyorlar. Yaratıcılar, biraz da uyuşturucunun etkisiyle bir
daha benzeri asla üretilemeyecek eserler veriyorlar. Rahatça sevişiyorlar ve
Vietnam Savaşı’na asker değil onlar gibi müzik gruplarını gönderseler durumu
hemen düzelteceklerini haykırıyorlar…! Oysa hayatın gerçekleri asla LSD’nin
ilham verdiği gerçeklerle örtüşemezdi… ve örtüşmedi de!
Ancak o gün orada, Monterey County Fairgrounds alanında
toplanmış on binlerce insanın aklında ne daha sonra sahip olacakları çocuklar,
ne de ödemek zorunda kalacakları faturalar vardı… Oradaydılar, çünkü kendi
özgür iradeleriyle orada olmak istiyorlardı. 16 Haziran’dan 18 Haziran’a kadar üç
gün boyunca süren bu efsanevi festival daha nicelerine örnek teşkil edecekti..!
O gün orada toplanmış olan on binlerce insan, tüm içten duygularıyla müziğin
insanları değiştireceğine, sevgiyi ve barışı getireceğine inanıyorlardı! Bu inançla,
orada yıllar boyunca unutulmayacak bir ortam içerisinde müthiş samimi, sağlam
ruhlu bir hissiyat yarattılar! Öyle bir hissiyat ve ruh ki, insanoğlunun bunlara
her dönemde ihtiyacı olacaktı…
Monterey aslında 1958’den beri düzenlenen Jazz Festivali ve
Folk Festivali ile bu tür organizasyonlara alışık bir şehirdi. Pop Festivali
ise Dunhill Records prodüktörü Lou Adler, Mamas and Papas’ın John Phillips’i ve Alan
Praiser tarafından yedi haftada planlandı. En önemli amaç, aynen jazz ve folk
müzik dalları gibi, “rock” müziğin de sanatsal yönünü geliştirip “rock”u bir “genre/tür”
olarak meşrulaştırmaktı. Festival öncesi The Monterey Pop Foundation adlı bir
dernek kurulmuş ve festivalin tüm geliri bu derneğe bağışlanmıştı… (Halen
festivalle ilgili materyal satışından elde edilen gelir çeşitli kurumlara
bağışlanıyor.) Bu güzel organizasyonun ruhuna uygun olarak sahneye çıkıp şarkı
söyleyen kimse para almamıştı! (Tüm öğleden sonrayı sitarıyla renklendiren Ravi
Shankar’a ödenen 3000USD hariç.) 1967, Summer of Love yazı sonrasında hiçbir
yaz, bu günlerin naifliğine ulaşamayacaktı… İki yıl sonra düzenlenen Woodstock’ın
bile belli ticari kaygıları olacaktı!
Neler olmamıştı ki? Paul McCartney’in tüm hevesine ve
ısrarlarına rağmen, bir yıl önce artık müzikleri canlı performans vermek için
fazla kompleks hale gelmiş olan The Beatles’ın diğer elemanları olaya sıcak
bakmadılar ve tüm beklentilere rağmen sahne almadılar… The Beach Boys’un hit
olması beklenen performansı iptal edilmişti; bunun birinci nedeni olarak Carl
Wilson’un Vietnam Savaşına katılmayı reddedişi ve bu yüzden yetkililerle
başının belada olması; ikinci olarak da, yeni radikal albümleri Smile’ın henüz
tamamlanmamasından ötürü Brian Wilson’ın grupla beraber eski şarkılardan oluşacak
bir performansın seyirciler için uygun olmayacağını düşünmesinden ötürü duyduğu
kaygı ve depresyondu…
The Kinks’e “Amerikan Müzisyenleri Federasyon”u ile
anlaşmazlıklarından ötürü vize verilmemişti… Donovan’a ise uyuşturucudan ötürü
vize verilmediği için katılamadılar… The Doors’un yaptığı müzik festivalin
ruhuna uymadığı için (sevgi ve barış), onlara teklif bile götürülmemişti!!!
(Hemen bu noktada şunu da eklemek isterim “There are things known and things
unknown and in between are The Doors” bir de “Rolling Stones uçmak isteyenler,
The Doors ise zaten uçmuş olanlar içindi” ;)))
Ancak sahneye çıkanlar da çık(a)mayanları aratmamıştı…! Big
Brother and The Holding Company adlı grubun vokalisti olarak ilk defa büyük bir
sahne performansı veren Janis Joplin, sesiyle herkesi büyülemişti. Elindeki “Southern
Comfort” şişesiyle birçoğunun aklında yıllarca yer edecekti ve “Ball and Chain”
yorumu asla unutulamyacaktı!
Uzun yıllardır gönlümün yıldızı olan Jefferson Airplane’in de
büyük bir seyirci kitlesine ilk defa seslenişiydi ve performansları sonrası
artık ünlü bir gruptu! Hayatta en çok isteyeceğim şey; aslında asla çocuklar
için olmayan ve içinde uyuşturucu ile ilgili birçok öğe barındıran “Alis
Harikalar Diyarında”dan esinlenerek yazılmış olan “White Rabbit”i sahnede canlı
dinlemek olurdu! Ancak o dönemde Janis Joplin ile birlikte rock müzik söyleyen
bir diğer bayan vokalist olan Grace Slick’in eşlik ettiği “High Flying Bird” de
unutulmaz yorumlardan biridir benim için…!
Festivalin önemli notlarından biri de beyaz ağırlıklı bir
seyirci kitlesi önünde ilk büyük
sınavını veren Otis Redding’di… Her türlü ayırımcılığın karşısındaydı
festival! Ve bu ruha uygun olarak seyirci tarafından da coşkuyla karşılanıp
alkışlandı! Ancak Festival kendisine bu kadar iyi niyetle yaklaşırken, maalesef
hayatın kendisi bu kadar hoşgörülü değildi ve bu güzel yetenek festivalden 6 ay
sonra bir uçak kazasında, 26 yaşındayken hayata gözlerini yumdu!
Ravi Shankar, festivalin Amerika ve tüm
dünyaya tanıştırdığı bir diğer önemli isimdi. Sitarıyla verdiği dört saatlik
performans izleyenleri şaşkına çevirmişti! George Harrison sayesinde sitar ve
Ravi Shankar batıda tanınmaya başlanmıştı… (Burada dipnot olarak Ravi Shankar’ın
Norah Jones’un babası olduğunu da eklemek isterim.)
Fakat festivalin en çok konuşulan
performansları Jimi Hendrix ve The Who’nunkilerdi! Aynı zamanda bu müzisyenler
birbiri ardından sahneye çıkmayı karşılıklı olarak reddederek ateşli bir
tartışma yaratmışlardı! Jimi Hendrix festivale kadar Amerika’dan çok İngiltere’de
tanınıyordu. Müthiş performansı ve “Wild Thing” adlı şarkı sonrasında gitarının
üzerine zippo çakmak gazı döküp parçalaması; gitarı adeta kutsal sayan çiçek
çocuklarının gözlerini yuvalarından oynatmıştı! Aynı şekilde İngiliz The Who’nun
ünlü gitaristi Pete Townshend’in gitarını yere vura çala parçalaması şok etkisi
yaratmıştı!
Tüm festival boyunca tek bir olumsuz olay,
taşkınlık, uyuşturucu vukuatı vb. görülmemişti! Her şey olması gerektiği gibi
olmuştu…! Aynen bu festivalin promosyon şarkısı “San Francisco”da dediği gibi herkes
saçına çiçekler takmıştı… Dünya bir daha o kadar güzel olmamıştı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder