16. yüzyıl,
nam-ı diğer muhteşem yüzyıl…! Her ne kadar malum dizinin etkisiyle bugünlerde
biz bu yüzyılı Osmanlı’nın şanlı çağıyla özdeşleştirsek de aslına bakarsanız bu
spesifik dönem Batı’nın da şaha kalktığı son derece önemli bir tarihsel kesittir.
15. yüzyıl boyunca tarihin gidişatını köklü bir şekilde değiştiren olaylar
dizisi; Rönesans, İstanbul’un Fethi, Kristof Kolomb’un yeni kıtaya ayak basışı;
Orta Çağı sonlandırıp dünyanın önüne yepyeni bir çağ ve çığır açmıştır. Eşzamanlı
olarak Doğu’da Osmanlı, Batıda ise biraz da karmaşık ilişkiler (evlilik,
ticaret, diplomasi, Papalık bull’ları) sonucu Kutsal Roma-Cermen, Habsburg ve
İspanyol İmparatorlukları birbiri içine girmiş bir şekilde dünyanın çok büyük
bir kısmına hükmediyorlardı…
Osmanlı’yı
az çok biliyoruz ama Batı nasıl bu kadar büyük olmuştu? İşte geçtiğimiz hafta
Viyana’nın en güzel müzelerinden biri olan Albertina’da bu soruya kısmen cevap
veren sıra dışı bir sergiyi görme fırsatı buldum.
Her şey benimle
aynı gün (22 Mart) ve fakat yüzyıllar farkıyla, 1459’da Wiener Neustadt’ta Maximilian’ın
dünyaya gözlerini açmasıyla başlamıştı. Annesi Portekiz’li Eleanor, babası ise
İmparator III. Frederick idi. Babası hem Alman hem de Kutsal Roma İmparatoruydu.
Daha küçücükken, 1462 yılında tüm ailesinin Viyana’da amcası Albrecht tarafından
nasıl da kuşatıldığına tanık olmak zorunda kalmıştı. Her ne kadar Albrecht’in
ölümünden sonra tahta Frederick çıksa da, Viyana bu sefer de 1485 yılında Macar
Kralı Mathias Corvinus tarafından ele geçirilmiş ve takip eden 5 yıl boyunca
Macaristan’a başkentlik yapmıştı… İşte bu yüzdendir ki Maximilian bir türlü
ısınamadı Viyana’ya ve belki de koç burcu(!) olmasının da etkisiyle devamlı değiştirdi
sarayının yerini; Graz, Innsbruck, Wiener Neustadt, Wels ve daha nice yerlerde seslendi
erkanına… Şakayı bir yana bırakırsak, tabi ki sarayını sabit bir yere almasına
mani olacak ciddi dertleri ve düşmanları vardı Maximilian’ın; Alçak Topraklar
ve Macaristan’daki politik husumetler ile Fransa ve Venedik’e karşı savaşlar…
1477’de
Burgonya Dük’ü Kel Charles’ın ölümünden sonra, geniş toprakları olan bu
asilzadenin tüm varlığı kızı Mary’ye (1457-1482) kalmıştı. Maximilian ve Mary hiç
vakit kaybetmediler ve hemen o yıl evlendiler. Böylelikle Maximilian ilk asalet
titrini aldı: Burgonya Dükü. İki çocukları oldu; Philip (1478-1506) ve Margaret
(1480-1530). Talihsiz Mary’nin beklenmedik ölümü sonrasında Maximilian ve oğlu
Philip, Burgonya Düklüğünün bugün Benelux Ülkeleri dediğimiz Alçak Toprakları
da kapsayan geniş topraklarının tek mirasçıları oldular. Bu, aynı zamanda
Habsburg Hanedanlığının da yükseliş döneminin başlangıcı olacaktı.
1490 yılında
Tirol, Avusturya ve Habsburg Topraklarının Arşidük’ü olan Sigusmund, tahttan
feraget edip Konstanz Gölü civarında inzivaya çekilmeye karar verince,
topraklarını da Maximilian’a devreder. 1493 yılında babası ölünce asalet
ünvanları çoğalır: Roma Kralı (Rex Romanorum) ve Avusturya Arşidüklüğü Naibi…
1494 yılında asalet skalasında kendinden hayli aşağıda bir dereceden gelen
Maria Sforza ile evlendi ve tabi ki bu akit ona yüklü bir varlık getirdi, ne de
olsa Sforza Ailesi Milano Düklüğünü yönetmekteydi ve Maximilian’ın birikmiş
borçlarını ödemek için bolca nakite ihtiyacı vardı.
1496 yılında
artık “Yakışıklı” lakabını almış oğlu Philip’i; o zamanlar Birleşik İspanya’nın
temellerini atmış, Kristof Kolomb’a Yeni Dünya keşiflerinde sponsorluk yapmış
olan Katolik Kral ve Kraliçe, Aragon’lu Fernando (Ferdinand) ve Kastilya’lı
Isabel’in; daha sonra “Kaçık” lakabını alacak kızı Juana ile evlendirerek
yüzyılın evlilik anlaşmasına imza atmıştır. Hatta bununla da yetinmemiş ve bu
anlaşma iyice pekişsin diye aynı ikilinin oğulları Juan’la kızı Margaret’i
evlendirerek ikili ittifak kurmuştur İspanya tahtıyla. Her ne kadar Juan
arkasında varis bırakmadan gencecik yaşta ölmüşse de; Philip ve Juana’nın
evliliğinden, daha sonra bilinen dünyanın çok büyük bir kısmını şahsında
birleştirecek; İspanya Kralı, Kutsal Roma Cermen ve Habsburg İmparatoru, Kanuni
Sultan Süleyman’ın ezeli rakibi; Şarlken (V.Karl/I.Carlos) dünyaya gelecektir…
İşte her şey böyle başlayıp, gelişmiş…
Maximilian’la
birlikte tarihin ölümsüzleştireceği efsanevi Habsburg sloganı atılmıştır: “Bırak
diğerleri savaşsınlar, fakat sen, Mutlu Avusturya, evlen! Mars (Savaş Tanrısı)’ın
birinden diğerine verdiği bu krallıkları, Venüs (Güzellik Tanrıçası) sana
bahşedecektir.” Ve böyle olmuştur…
İşte
Albertina’daki sergi, Maximilian’ın şahsını ve krallığını övmek, propagandasını
yapmak ve onurlandırmak için dönemin önemli ressamlarına sipariş vermiş olduğu
sanat eserlerinden oluşan bir seçkiydi. Hiç şüphesiz o dönem görev alan
sanatçıların arasında en dikkat çekicisi Alman ressam, matematikçi ve matbaacı
Albrecht Dürer idi. Maximilian sanatçının memleketi Nürnberg’deyken onu
koruması altına almıştır ve böylece 1512’den 1519’da imparatorun ölümüne kadar
sürecek bir hizmet dönemi başlamıştır. Dürer’in usta olduğu konulardan biri de
ağaç baskısıydı ve İmparator için yaptığı işlerin baş şaheseri , 295cm
genişliğinde, 357cm yüksekliğinde, tam 192 farklı ağaç kalıptan basılarak
birleştirilmiş ve böylelikle gelmiş geçmiş en büyük baskılardan biri olma
onurunu taşıyan “Zafer Takı”dır. Bu eser özellikle şehirlerin Belediye
Saraylarına ya da Prens Saraylarına asılmak için dizayn edilmiş. Dürer aynı
zamanda İmparatorun iki tane portresini de yapmış ve tabi ki bir takım resimli
kitap projeleri için de çalışmış.
Sergide en
çok öne çıkan eserlerden biri de “bütün olarak” ilk defa görücüye çıkmış son
derece değerli bir iş: Albrecht Altdorfer’in “Zafer Geçişi”. Maximilian’ın
sipariş ettiği en önemli ve geniş kapsamlı eserlerden biri olan Zafer Geçişi
tam 109 parşömen parçası üzerine son derece canlı renklerle tasvir edilmiş,
süvariler, şövalyeler, at arabaları, savaş sahneleri vb konulardan oluşan bir
friz. 49 numaralı parşömenden 109 numaralıya kadar olan sayfalar Albertina koleksiyonunda
bir araya getirilerek tam 54 metrelik, etkileyici bir friz şeklinde
birleştirilmiş. 1’den 49’a kadar olan ilk bölüm ise maalesef günümüze
gelememiş. Eğer bu bölüm de olsaydı, frizin toplam uzunluğu 100metre civarında
olacakmış!
Sergide en
çok ilgimi çeken işlerden biri de Maximilian’ın “Ölü Portresi” oldu. İmparatoru
bir gözü ve ağzı hafif aralık şekilde tasvir eden bu portre, bilinen ilk ölü
portresi olarak tanınıyor. Bana son derece ilginç gelen bu sergiyle ilgili yazımı
Maximilian’ın bir sözüyle tamamlamak istiyorum; “Dünyada en mutlu ve özgür
insanlar önyargılarını kırabilenlerdir. Kararlı bir ağır başlılıkla, ve her
şeyi çözen bir sükunetle olayların üstesinden gelmeyi başarırlar”…
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Sergi Dönemi: 14 Eylül 2012 - 6 Ocak 2013
Sergi Dönemi: 14 Eylül 2012 - 6 Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder