Daha tur öncesi yaptığımız hazırlık toplantısında "soyadını" aldığı coğrafyayı tanımak istediğinden bahsetti... Mehmet Uhri; kendini aynen şu şekilde tanıtıyor:"..evliyim ve tipik bir kız babasıyım. Mutluluğun başarı ve kazanma ile ilgili olduğuna inanılan bir dünyada, gerçek mutluluğun insana giden yolunu bulmak ve o kapıyı açık tutmak için harfleri ve sözcükleri kullanıyorum. Mesleğine sadık, insana düşkün pek çok hekim gibi önümüze gelen bedenlerin içinde bir de akmakta olan hayat olduğunu, bir şeyleri tedavi etmeye çalışırken, o hayata ve çevresindeki diğer hayatlara da dokunduğumuzu düşünüyorum..."
Dokundu da... Benimle yolunun kesiştiği 10 günlük "Osmanlı'nın İzinde Balkanlar" adlı tematik turdan aklımda kalan en net şey; Uhri ailesinin cana yakınlığı, Mehmet Bey'in her daim pozitif ve güler yüzlü mizacı, hele hele Ohri Gölü'nde tekne ile gezinti yaparken hepimizi duygulandıran, ailece yaptıkları ritüel... Kendisi bu gezi sonrasında "Kotor'un Kaldırım Taşları" adlı bir yazı yazdı ve bu yazı Radikal gazetesinde yayımlandı. Bu yazıyı benim Blog'umda da paylaştığı için kendisine tekrar teşekkür ediyorum ve bu değerli kişinin diğer hikayelerini okumak için internet sitesini takip etmenizi tavsiye ediyorum: http://www.harftamircisi.com/
Keyifle okumanız dileğiyle...
Kotor’un
Kaldırım Taşları
Bakmayın
öyle yerde sessizce durduğumuza, yaşananların izi hep üzerimizdedir. İnsanların
çoğu günün telaşı içinde bizleri fark etmese de hep buradaydık. Yüzlerce yıl
gelen geçen onca insan kendilerince çok önemli soru ve sorunlarla birlikte
göçüp gittiler, çoğunun kemikleri bile kalmadı ama biz hep buradaydık. Biz kim
miyiz?
Bizler
Adriyatik denizinin Doğu kıyısında eski Yugoslavya’dan ayrılan Karadağ
Cumhuriyeti sınırları içinde kalan ve fiyordu andıran Kotor körfezinin ucundaki
Kotor şehrinin bin yıllara direnen kaldırım taşlarıyız. İki bin yılı aşkın
tarihinde şehrin dar sokaklarında bizler hep vardık. Önce Balkanların gerçek
sahipleri İlliryalılar geldi buralara. Onların dilinde şehrin ilk ismi Acruvium
olsa da egemenliğini kabul ettiren Roma ve Venedikliler Cottore-Kotor ismini
verdiler. 451 yılında toplanan Kadıköy konsülü ile adı sanı duyulmuş pek çok
şehirden önce dini merkez olarak tescillendi ve piskoposluk kuruldu. Turistlerin
ilgisini çeken bölgenin en büyük katedrali Aziz Trifun (Sveti Triphon) adıyla de
Kotor’da inşa edildi. Kuzeyden gelen Slavların istilası, Balkanların tozunu
attırdıysa da teslim olmadı ve günümüzde bile etkisi süren tipik bir Venedik
şehri olarak kaldı. Osmanlı egemenliğinde de şehir, donanmanın bölgedeki
merkeziydi. Labirenti andıran dar sokaklarında kaybolmanın keyif verdiği Kotor
şehrinin birbirinden farklı renk şekil ve boyuttaki kaldırım taşları olarak
bizler her şeye şahit olduk. Ticari ve askeri merkez olmanın verdiği zenginliği
günümüzde turistik çekiciliği ile sürdüren şehrin kışları 23 bin olan nüfusu özellikle
gemilerle gelen turistlerle yaz aylarında yüz bini aşmaktadır.
Yarıya yakını
Karadağlı olan şehir nüfusunun geri kalanını Sırp, Hırvat, Boşnak ve Arnavutlar
oluşturmaktadır. Şehrin çekirdeğini oluşturan ve sur içinde kalan eski şehir-Stari
Grad’ı inşa edenler zamanında döşeyecek taş bulamayıp ellerinde ne varsa
rengine biçimine bakmadan sokaklara döşediler sanmayın. Farklı renk, biçim ve
boyuttaki taşlardan döşenmiş sokaklar şehrin renkli kişiliğini yansıtması için
seçilmişti. Kıyı kenti olmanın yanı sıra uzun yıllar Venedik egemenliğinde
kalmanın da etkisiyle her türden gezgini, farklı ırk ve dinden insanı
barındırmıştı. Tarih boyunca hep farklı insanların, uzak kültürlerin bir arada
barış içinde yaşadığı şehirlerdendi. Şehri kuranlar ve yaşatanlar yeryüzündeki
farklılıkların doğurduğu kültürel zenginliği sezmiş, çatısından sokağına bu
zenginliği şehre yansıtmıştı. Kimsenin ötekinin varlığından, dar sokaklarda
birbirini görmekten rahatsızlık duymadığı, kimsenin kimseyi değiştirmeye
çalışmadığı masalsı kentlerdendi. Her şehirde olduğu gibi zengini, fakiri,
yoksulu, arsızı, hırsızı vardı elbet. Bu sokaklar çocukların oyun seslerini,
mahallelinin dedikodularını, kavga ve savaşları da gördü, üzerimizde az mı kan
döküldü? Kenarımız köşemiz kırılıp dökülse de direndik. Yaşanan güzelliklerin
hafızalarda hep tazelenerek kaldığına, kötü anıların ise hızla unutulduğuna,
yağmurun olanca şiddeti ile hiç bitmeyecek gibi yağıp sokakları aşındırdığı
günlerin ardından güneşin hep açtığına şahit olduk. Bizler Kotor’un kaldırım
taşlarıyız. Hep buradaydık.
Bakmayın
öyle sesimiz çıkmadığına, kaderimize razıymış gibi durduğumuza. Bu sokaklardan
kimler geldi geçti. Rönesans’ın meşhur şairi Giovanni Bona de Boliris burada
doğdu ve ilk sonelerini, Rönesans’ın doğurduğu özgürlükler sayesinde hümanizmi
müjdeleyen ilk şiirlerini bu şehirde yazdı. Buranın toprağına karıştı.
Rönesans’ın getirdiği mimarı anlayış şehri baştanbaşa yenilerken bizleri şehrin
sokaklarına döşeyenler özgürlüğü koklamış, yeryüzünün zengin çeşitliliğini fark
etmiş denizcilerin çocuklarıydı. Kotor şehrinin deniz yoluyla yeryüzüne
açılmasının anlamı üzerine kafa yormuş, farklı ülke insanlarının aynı şehirde
bir arada barış içinde yaşamasının farklılıkları kabullenmeden geçtiğini
düşünmüşlerdi. Birbirine bitişik iç içe evleri ve dar sokaklarıyla herkesin
birbirini görebildiği, gizlenmenin pek olası olmadığı bu alımlı şehri inşa
edenler, şehrin sokaklarını farklı renk ve biçimde taşlardan döşeyerek gözlerin
bu türden farklılıklara alışmasını amaçlamışlardı. Yüzlerce yıl geçti, o
denizcileri hatırlayan oluyor mu bilemeyiz ama yollarına döşedikleri taşlar ve
bıraktıkları şehir olduğu gibi duruyor.
Kabul etmek gerekir ki, yıllar bizleri
de hayli aşındırdı. Özellikle şehrin girişinde askerlerin savaş hazırlıkları
için toplandığı silahlar meydanındakiler hayli hasar gördük. Eskisi kadar düz
zemin oluşturamasak, bir kısmımızın sırtı eskisi kadar parlamasa da
renklerimizi yitirmedik. Şehrin koruyucusu Sveti Triphon Katedrali’ne yakın
olanlarımız ise her daim genç ve zinde kalmayı başardılar. Görkemli katedralin
yanı sıra 12. yüzyılda Sveti Ana ve 13. yüzyılda Sveti Luke gibi hatırı sayılır
büyüklükte kiliseleri şehre özenle yerleştirenlerin veba salgınında şifa
getirmesi için 15. yüzyılda şifa veren Meryem kilisesini (Gospe od Zdravlya)
inşa etmelerine de tanık olduk. Bizler Kotor’un kaldırım taşlarıyız. Bu şehrin
insanları gibi birbirimize pek benzemesek de burada bir aradayız. Değişik
insanlar gördük; üzerimizde iyisiyle kötüsüyle çok şey yaşandı. Hepsi geldi
geçti. Gidenlere lafımız yok ama kalanlara diyeceğimiz var elbet. Bilin ki;
gelip geçen herkes özel ve farklı olduğunu düşündü, çoğu hayatı hep kendi
penceresinden sorguladı, kendinden farklı olanlara kuşkuyla baktı.
Farklılıkların zenginliğini görmeyip her şeyi, herkesi kendi küçük dünyalarına
sığdırma uğruna insanlara eziyet edenleri de gördük. Onlar da bu dünyada kalamadı.
İşin doğrusunun ne olduğunu iddia edecek değiliz; alt tarafı kaldırım taşıyız.
Onlar geçti gitti ama biz olanca renkliliğimiz ve farklılıklarımızla buradayız.
Hani olur da yolunuz düşer, şehrin sokaklarını arşınlarsanız her sabah eski
şehir meydanında güneş yükselmeden kurulan otantik pazarın peynirlerinin, meşhur
kurutulmuş et ve balıklarının tadına bakarak Kotor’u ve insanlarını daha iyi
tanıyabilirsiniz. Gitmeden, bizlerden de küçük bir selamı esirgemeyin. Bizler
Kotor’un kaldırım taşlarıyız.
Mehmet
Uhri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder