İspanyol Conquistadorlar Yeni Dünya’yı
keşfettikleri, daha önce hiç bilinmeyeni ve duyulmayanı ortaya çıkardıkları 16.
Yy başında; konuşlandıkları Panama’nın da güneyinde bulunan, altın zengini bir
ülkeyle ilgili anlatılan efsanelerle büyülendiler.
Bu ülke bugün olduğu gibi, o zamanlarda
da gerek toprağıyla, gerek insanıyla, gerek doğal zenginlikleriyle son derece
orijinal bir ülkeydi. Yerel bir yöneticinin adı olan Biru, zamanla Peru’ya
dönüştü ve bu olağanüstü topraklara mal edildi.
Conquistadorların başı olan Francisco
Pizarro, 1532’de 169 kişilik bir birlikle Cajamarca’da İnka Kralı’nı bozguna
uğrattı ve 1821’e kadar sürecek olan İspanyol Hakimiyetinin yolunu açtı
böylelikle… Vardığı ülkenin, son derece köklü bir tarihi vardı; MÖ 3000’lere
dayanan geçmişi ile kompleks medeniyetler arasında Norte Chico en eskisi idi.
Sonrasında Cupisnique, Chavin, Paracas, Mochica, Nazca, Wari, Chimu ve en
nihayetinde İnka Medeniyetleri bu kadim kültürün belli başlı diğer üyeleri
olacaklardı.
İspanyolların bölgeyi fethiyle beraber
başlayan koloniyal dönemde, bu kendine özgü yerel kültür, Avrupalı öğelerle ve
kişilerle karışıp kaynaşarak ortaya melez bir kültür çıkaracaktı. Sonrasında
ihtiyaç duyulan işgücünü sağlamak amaçlı Afrika Kıtası’ndan getirilen siyahlar
ve yüz yıllar sonra, 1850’lerde Çin’den gelen göçmen işçilerle Asyalı bir minör
kültürü de potasında eriten Peru’nun yerel zenginlikleri kendini her alanda
gösterecekti: mimari, demografi, gastronomi, müzik gibi…
Yüzölçümü bakımından Türkiye’nin bir
buçuk katından biraz fazladır, nüfusu ise yaklaşık ülkemizinkinin %40’ı
kadardır. Toprakları net bir şekilde üç ekolojik bölgeye ayrılır: Costa
dedikleri yarı çöl görünümünde Pasifik Kıyısı, Sierra dedikleri And Dağları
sistemi ve dağlar ardında kalan, Amazon Havzasının uçsuz bucaksız yeşilliğiyle,
Selva dedikleri ormanlık alan. Ülkenin yarısından biraz fazlasını bu ormanlık
alan oluşturur ancak yaşamaya çok da elverişli değildir… Ülkenin enlemlerinden
dolayı kıyı bölgelerinin tropik özellik taşıyacağını düşünürseniz yanılırsınız:
çünkü Güneyden
, Antarktika’dan gelen soğuk Humbolt Akıntısı tüm iklimi etkiler
ve yüksek sıcaklıkların önünü keser. Bununla birlikte Peru kıyılarına bereket
yağdırır; ülke, deniz ürünleri açısından dünyada ilk sıralarda gelmektedir.
Ancak çöl görünümlü sahil şeridi ve sadece mevsimsel oluşan nehirler de kıyıyı
insan yaşamına pek elverişli kılmaz… Geriye bir tek dağlar kalır! Peru halkı
İspanyollar gelip başkent Lima’yı kurana kadar yükseklerde, kendilerine bereket
bahşettiği için kutsal saydığı vadilere yakın yerlerde kurmuş şehirlerini.
Dünyanın büyük çoğunluğundaki coğrafyalarda hiçbir şeyin yetişmeyeceği
irtifalarda onlar kah düz alanda, kah yamaçları taraçalandırarak yüzlerce çeşit
patates, yüzlerce çeşit mısır, quinoa, kabak, qaniwa gibi gibi mahsülleri
üretmişler. Kendilerine yiyecek sağlayan bu yerlere yakın yüzlerce şehir
kurmuşlar ki, Hiram Bingham’ın Machu Picchu’yu 102 yıl önce keşfinden sonra
nice maceraperestin hayalini süslemiş And Dağları arasında saklanan bir Kayıp
Şehri bulma ayrıcalığı…!
Tüm bunlar ve burada sayamadığım onlarca
öğe; gezgini bu zengin topraklara, karşı konulmaz bir cazibeyle davet etmekte:
Lima’daki Larco Herrera Müzesi’nde eski medeniyetlerin izlerini
sürmek, Beyaz
kent Arequipa’daki koloniyal mimariyi hayranlıkla izlemek, İnkaların başkenti Cusco’da
And yerlileri ile tanışmak, belki de Amerikaların en güzel kentinin poligonik
duvar örgülerine bakıp o sonu gelmez: “bunu nasıl yaptılar?” sorusunu sormak,
ufacık bir Cessna uçakla Nazca Çizgilerinin üzerinde uçup uzaylıların
varlığından kuşku duymak, totora sazlarından yapılmış bir tekne ile 3800 metre
yükseklikteki Titikaka Gölü’ndeki Uros Yüzer Adalarına yanaşmak, zampona ve
quena gibi And flütlerinden “El Condor Pasa”yı dinlemek, Paracas’tan bir hız
motoruna atlayıp Ballestas Adaları’nın faunasını görmek, Amazon’a şöyle bir
uzanmak, Kutsal Vadi’nin nimetlerine tanık olmak ve tıngır mıngır giden bir
trenle yapılan yolculuk boyunca bize eşlik eden Urubamba Nehri’nin bizi en
sonunda götüreceği Machu Picchu’da, ölümlü dünyada keyfini sürebileceğimiz en
güzel manzaralardan birini görmek için Peru’ya gitmek gerekir…!
TE AMO PERU!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder