Konaklama: Sokaklarda
Öğün: Sabahın ilk
saatlerinde kendi imkanlarınızla makineden satın alacağınız Çizi ve meyve suyu…
(Unutmayın, o saatlerde hiçbir yer açık olmayacaktır. İsterseniz uyanık
davranıp yanınızda kumanya getirebilirsiniz)
Tur Lideri: Çapulcular
Ücret: Bedava
Tura
gelmeden yanınızda getirmenizi önerdiklerimiz: Gaz maskesi,
baret, talcidli / sütlü solüsyon ve o güzel mizacınız...
Gecenin bir yarısında, arkadaşım ağır hasta
olmasına rağmen; “Ben yerimde
duramıyorum, yürüyüşe çıkalım mı?” diye sorduğunda telefonda, hiç tereddütsüz: “Hemen
hazırlanıyorum” diye cevapladım onu. Daha Zagreb’den yeni dönmüştüm yurda,
ayağımın tozu tazeydi ancak teklif de çok cazipti! Muhteşem bir gece turu
olacaktı bu, hem televizyonda aynen bizim gibi gün batımından itibaren akın
akın sokağa çıkmış kalabalıklardan bahsediliyordu! Dudullu’dan, Sarıgazi’den
çıkmışlardı yola, E5’te insan seli oluşturdukları söyleniyordu. Onlara
katılabilirdik biz de! İki arkadaşımızı daha aradık ve onlar da gecenin 01:30’u
olmasına rağmen heyecanla yanımızda olmak istediler. Bu turun tematik bir
özelliği vardı: Direniş! Hedefimiz de direnişimizi kıtadan kıtaya taşımaktı… Bu
yüzdendir ki Boğaziçi Köprüsü’nü kullanmamız gerekiyordu. Ancak bu hiç de kolay
olmayacaktı çünkü tonlarca polis memuru ve jandarma eri bizleri beklemekteydi!
Sosyal medyada üstüne basa basa Söğütlüçeşme
geçişinin kapatıldığı yazıyordu. Biz de çaresiz önce arabayla Altunizade’nin
oradaki köprü girişine yaklaşacak ve sonra müsait bir yerde arabayı bırakıp geri kalan 9 kilometreyi
yürüyecektik. İtiraf edeyim ki arabanın arkasında ilk ses bombası
patlatıldığında koltuğumda zıpladığımı hissettim! Ben ki ilk gençliğimden beri
koskoca Vietnam Savaşı’nı söyledikleri güzel şarkılarla bitireceklerine inanan
bir neslin müziğini dinleye dinleye gelmişim bu günlere, ses bombasına hayli
hazırlıksızdım! Ancak gecenin sonunda adeta Rambo’ya dönüşecektim, hatta yol ortasındaki
çifte refüj üzerinden bir harekette atladığımı görünce ağzı açık kalan o adam
kadar ben de şaşmıştım bunu yapabildiğime…
Arabayı park edip, “Ocean’s 12” filminin
afişindeki gibi bir dizilişle yürümeye başlıyoruz. Anında gaz! Yahu bir bekleseydiniz,
öyle haber vermeden birinci dakikada attınız gazı! İstanbul’da son iki haftadır
en iyi iş yapanlar seyyar gaz maskesi satıcılarıydı, ben de şükür ki yanıma
tura gitmeden önce direndiğim günlerde kullandığım maskeyi almıştım ancak artık
herkesin çok iyi bildiği gibi gözlerim, içim yanmaya başlamıştı…
Neden yürüyordum ki ben? Çoluğum çocuğum
yoktu daha güzel bir dünya umudunu bırakacağım, var etmeyi de düşünmüyordum. Geçtiğimiz
yılın tam 225 gününü yurt dışında geçirmiştim. Uzun zamandır yurt dışına
attığım her adımda “oh şükür” diyordum! Hiçbir zaman cemaat insanı olmamıştım…
Sadece çok nadir zamanlarda yürüyüşlere katılmıştım; Sivas Katliamı, Uğur Mumcu’nun
ölümü gibi… Gezi direnişinin ise ilk anından beri yanında bulunmuştum.
İlk gaz şokunu atlattıktan sonra sloganlar
atarak köprü bağlantı yolundan giriyor ve yürüyüşe başlıyoruz, topluluğa
karışıyoruz biz de. İleride bir polis barikatı var ancak öncesinde jandarmanın
tazyikli su ile “hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” karşılamalarına maruz
kalıyoruz. Mevsim yaz olsa da ıslanmak pek de işimize gelmeyecek, o yüzden yol
kenarındaki yeni çim ekilmiş tepeliğe doğru kaçıyoruz. Eğimli zemin üzerinde
bir yandan da ilerliyoruz, kafamız ağaç dallarına çarpmasın diye de iyice
eğiliyoruz. O an o kadar hızlı gelişiyor ki, daha sonra olayları kafamda tekrar
yaşadığımda belki saliselerden daha da küçük zaman birimlerinde aklımdan “Platoon”
ve “Apocalypse Now” filmlerinden sahneler geçirdiğimi söylüyor zihnim.
Jandarmayı balçıklı yamaçtan seri adımlarla geçerek atlattıktan sonra polis
barikatına varıyoruz ve her taraftan gazlar gelmeye başlıyor…
Yanımdaki insanların hiçbiri yıllar boyu
tanıdığım insanlar değil, hatta en eskisini sadece son bir yıldır tanıyorum.
Ancak her geri çekilmeden, ileri koşmadan, TOMA’nın yerine göre refüj üzerinden
geçerek şerit değiştirme eylemlerinden sonra birbirimizi arıyoruz, kenetleniyoruz,
bir dakika olsun kopmuyoruz birbirimizden ve bu tematik gece turunun sonuna
kadar da ayrılmıyoruz. Düşersem kaldıracaklar biliyorum, düşerlerse elimi
uzatacağım, eminim!
Biraz çözülüyoruz önce, gaz çok etkili. Sonra
“dağılmayın dağılmayın” diyenlerin sesleri kendimize getiriyor hepimizi. “Biz
saatlerdir Dudullu’dan, Sarıgazi’den geri dönmek için yürümedik” diye
haykırıyordu içlerinden biri… Gözlerinde isyan vardı, umut vardı, yalvarışa benzeyen
çok karmaşık bir ifade vardı! Yanında, kulağındaki “akbiliyle” köpek Garip
vardı, eminim ki onun da söyleyeceği çok şey vardı. Ancak onun gözündeki ifade
çok kararlıydı ve en sonunda 25 kilometrelik destansı yürüyüşünü
tamamlayacaktı!
Neden yürüyorlardı? Bugüne kadar sessiz
kalmışlardı… Daha iyi bir dünya bırakmayı düşündükleri çocukları var mıydı?
Köprünün ayağı hayli yakınımızdaydı ancak
polis barikatı daha da yakındı. Birden biri kalabalığı yararak geldi,
bağırıyordu “Hamile var yolu açın” diyerek. Sanki Musa’nın Kızıl Denizi ortadan
ikiye yaran bastonu değmişçesine yarıldı kalabalık. Bu kadar duyarlı, bu kadar
vicdanlılardı…
Yürüyorlardı çünkü bıçak kemiğe dayanmıştı,
yürüyorduk çünkü gazdan biraz kaçsak da artık korkmuyorduk! Yürüyordum, çünkü
tüm dünyayı evim kabul etsem de, mantığım, yüreğim çoktan tüm sınırları aşmış
olsa da, bayrakların ötesinde bir dünya insanı olsam da, kökenlerim buradaydı
ve kökenlerimin olduğu yerde özgür yaşamak istiyordum! Bundan sonra büyüyecek
ya da dünyaya yeni gelecek her bireyin de aynı şekilde özgür olmasını
istiyordum. Belki de ütopik biçimde “dünyayı güzelliğin kurtaracağına”
inandığım için yürüyordum. Bu yüzden bu kadar önemliydi bu yürüyüşü
kıtalararasına taşımak, çok değerli bir semboldü bizim için köprü aşmak! Yürüyordum
çünkü kurtarılmak istenen ağaçlardı bu yürüyüşün kaynağı. Yürüyordum çünkü
yoldaşlarımın hepsi gönüllü katılmışlardı. Parti, siyasi görüş, din sömürüsü,
ucuz propaganda değildi; özgürlüklerdi savunulan, pasifti direniş…
Bilmem kaç biber gazı attılar, ancak bir
taşkın hareket bile yapmadı kalabalık. Hatta üzerlerine tonlarca su sıkılırken
bile jandarmaya “en büyük asker bizim asker” diye tezahürat yapacak kadar nüktedanlardı.
Son barikata geldiğimizde “sessiz, sessiz” diye bağırışlar geldi, çıt
çıkarmadan, tamamen barışçıl bir şekilde polise yaklaştı kalabalık, önce
bırakacaklar sandık ve sonra “pat” ve o bildik duman!
O arada biz çılgın 4’lü Beylerbeyi bağlantı
yoluna inerek karşı tarafa geçtik, sağımda birkaç metre ötemde onlarca polis
vardı ve üzerimize yukarıdan gaz atmalarını beklerken bizi hayal kırıklığına
uğrattılar ve biraz öncesine kadar sanki haşereymişiz gibi gazlarlarken, şimdi aradan sıvışırken gazlamaya değer bulmamış olmaları açıkçası biraz da içimi burmuştu!
Sonunda köprüdeydik, herkes hatıra fotoğrafı
çektiriyordu… Dile kolay, yıllar yılı TV’de gördüğümüz, ancak popomuzu kaldırıp
bir şahsen katılamadığımız maratonda geçilen köprüyü şimdi hayli marjinal bir
şekilde aşıyorduk. Karşı taraftan gelen dünya tatlısı bir teyzemiz durup
elindeki iki bareti, bir torba dolusu gaz maskesi ve ilacı tutuşturuyor
elimize: “Ben şimdi Divan Oteli’nden dönüyorum, bunlara artık ihtiyacım yok”
diyor ve şans diliyor bize. Belki yeterince teatral değil ancak gözlerimi
yaşartan bir devir teslimi oluyor bu benim için… Tıpkı karşı istikametten gelen
arabalardan duyulan tempolu korna sesleri ve adeta ters yönde olmanın izahını yapmak
istercesine “Biz sabahtan beri oradaydık, çok yorulduk artık, dönüyoruz”
sözleri.
Bu özgürlüklerle ilgili bir direnişti,
hissiyatını 29-30-31 Mayıs akşamlarında ve 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan
şafakta yapılan ani baskından sonraki karışıklık ortamı durulduktan sonraki ilk
günlerde oraya hakim olan şenlik havasını gidip görmeyenlerin tam olarak anlaması
mümkün değildi. Bu bambaşka bir şeydi, içinde kötülük, taşkınlık, ucuz hesaplar
barındırmayan… Anlatması çok zordu çünkü anlamak için sadece vicdan ve sonra da
sağduyu gerekliydi…
Yürüdük köprü boyunca, içim cız etti bir an,
son derece özel bir duyguydu. Bu satırları hala okumaya devam edenler zaten
biliyorlardı her şey nasıl başlamıştı. Bu yürüyüşe bizi hazırlayan son 11 yılda
yaşananları. Bunları burada tekrar mevzu bahis etmeyeceğim lakin baştan beri
bir yol hikayesiydi bu… Köprü boyunca atılan adımlar özeldi benim için,
köprüler birleştiricidir, engelleri kaldırıcıdır, attığım her adımda düzen
değişiyordu, her bir adım iyilikti, güzellikti…
En sonunda Mecidiyeköy’e gelmiştik, önce o
korkutucu ses bombası ve ardından haşere ilacımız…! Evet o gün sabah
saatlerinde böcekler gibi dağıtılmıştık çünkü karşımızda kamyonlar dolusu
jandarma, otobüsler dolusu polis vardı. Hatta bir tanesi hızla köşeden
karşımıza çıktı, son derece çevik bir şekilde nişan aldı ve gaz bombasını tam da
üzerimize doğru ateşledi… Elinde taş bile olmayan, dilinde sadece şarkılar olan
bizden korkmuş muydu o da?
O gün orada en sonunda dağıldık ancak önemli
değildi, saatlerce tek yürek yürümüş, köprüler aşmıştık… Benim için 15 Haziran’ı
16’sına bağlayan gece Don Kişot’un Küçük Prens’i elinden tutup “Hadi gel,
dünyayı değiştirelim” dediği geceydi…
BENGİ IŞIL
GÖKTÜRK
"Bu iyi niyetli yazıyı Gezi Direnişi'nde hayatını kaybeden tüm o güzel insanlara ithaf ediyorum..."
"Bu iyi niyetli yazıyı Gezi Direnişi'nde hayatını kaybeden tüm o güzel insanlara ithaf ediyorum..."
“In loyalty to their kind
they cannot tolerate our minds.
In loyalty to our kind
We cannot tolerate their obstraction.”
John Wyndam’ın “Krizalitler” adlı kitabında
birkaç bin yıl sonrasının dünyasında geçen bir hikaye anlatılır. İnançların
farklılaştığı bu yeni toplumda artık normal olmayan her türlü fiziki mutasyonu
felaket habercisi olarak kabul etmektedirler. Ancak bilmedikleri şey bazı
gençlerin telepatik güçler geliştirerek “anormalliğe” yeni bir boyut
kazandırmış olmalarıdır. Bu sırları açığa çıkınca gençler öldürülmemek için
kaçarlar. Kaçış süresince çeşitli maceralar yaşayacaklar, kendi ve dünyalarının
geçmişleriyle ilgili büyük sırları keşfedecekler ve yeni bir uygarlıkla
tanışacaklardır. (1955)
Geçen hafta istanbulda konaklamam gerekti kredi kartı kullanmadığım için rezervasyon yapamadım en son https://www.otelperisi.com/istanbul-otelleri sitesini buldum ve kredi kartsız rezervasyonumu yaptım ödemeyi otelde yaptım herkese tavsiye ederim
YanıtlaSil