Alana girdiğimiz anda ilk olarak, yaptığı
işler konusunda eleştirmenleri iki zıt kutuba bölen Jeff Koons’un Puppy’si karşılıyor
bizi. 12 metre boyunda, 15 ton ağırlığında içi metal, dışı çiçeklerden oluşan
bir mantoyla kaplı, son derece sevimli bir West Highland terrier köpeği Puppy. Mayıs
ve ekim aylarında olmak üzere, yılda iki defa mantosu değiştiriliyor. Begonya,
petunya, lobelya, Hint karanfili gibi yaklaşık 38000 çiçekten oluşan yeni
mantoyu her defasında vakur bir biçimde taşıyor üzerinde. Anlamlı bir şekilde
insana optimizm ve güven aşılıyor. Güven hissi: Bask Ülkesi’nde farklı bir boyutta algılanıyor
kuşkusuz. Müze açılmadan birkaç gün önce cereyan eden olayları yaşayanlar, hala
dehşetle hatırlıyorlar bahçıvan kılığına girmiş ETA bölücü örgüt üyelerini.
Heykel üzerinde çalışıyor havası vererek neredeyse müzeyi havaya uçuracaklardı.
Kahraman polis memuru Jose Maria Aguirre her ne kadar açılan ateşte hayatını
kaybetse de, müzeyi kurtaran kişi olarak tarihe geçiyor. Adını yadigar
bıraktığı alanı koruma görevi de Puppy’ye
düşüyor…
14. yüzyıl başları… Biscay Körfezi’nden 15 km
içeride, Nervion Halici kıyısında, Kastilya’dan getirilen tahıl ve yün
ticaretiyle zenginleşmiş Bermeo Limanı’na alternatif olarak kuruluyor Bilbao. Stratejik
ve özellikle korsan saldırılarına karşı korunaklı konumundan ötürü kısa zaman
içerisinde zenginleşiyor şehir. En büyük talihi “demir” oluyor, öyle ki 18.yy’da
başlayan sanayileşme ile güçlü bir metalürji ve donanma merkezi haline geliyor.
Barcelona’dan sonra, İspanya’da sanayisi en güçlü ikinci şehir konumuna yükseliyor.
1855 Paris Dünya Fuarında, Bilbao demiri altın madalya kazanıyor. 1857’de,
ülkemizdeki Garanti Bankası’nın da küçük bir payına sahip BBVA (Banco de
Bilbao) kuruluyor. Aslında kuruluş amacı demiryolu inşaasını finanse etmek.
Milenyumun sonuna kadar devam ediyor bu gelişmeler, ancak 1970’lerden itibaren
ekonomik bir durgunluk başlıyor: 1986’da İspanya’nın Avrupa Birliği’ne
katılması Bask endüstrisini çok sert bir
rasyonalizasyon sürecine sokuyor. Aynı yıl Euskalduna Gemicilik şirketi, 1996
yılında ise, İspanya’nın uzun süre en büyük kuruluşu konumunda kalmış Biscay
Maden Eritme Ocağı kapanıyor. Şehir nüfusu 1981-91 yılları arasında %14 kadar
azalıyor. Tarihi boyunca ekonomik ve endüstriyel gelişim her zaman limana
bağlıydı, tüm bunlar halici inanılmaz kirletmişti, turistik rotaların tamamen
dışında, gri bir şehir yaratmıştı…
Bask yönetimi tamamen çaresizdi. Bir şeyler
yapmaları gerekiyordu. Çılgın bir fikir geldi akıllarına: Bir “müze”, enkaz haline
dönmüş bir şehri, yeni yüzyıla hazırlayabilir miydi? Kültürel bir girişim, tüm
bu olumsuz gelişmelere karşı bir umut olabilir miydi? Denemeden bilmeleri
mümkün değildi. O yüzden 1991 yılında Bask yöneticileri ünlü Guggenheim Vakfı
ile temasa geçtiler. Vakfın direktörü Thomas Krens zaten Salzburg’da olası bir
proje ile ilgilenmekteydi. Her şey çok çabuk gelişti: Fabrikaların, tersanenin
ve endüstriyel alt yapının terk edilmiş olması, halici temizlemeyi mümkün
kılacaktı. Buraya dünya standartlarında yepyeni bir müze kurulacaktı! İlk
görüşmelerden 6 ay sonra, müzenin yapılacağı yer de, mimarı da belliydi. ABD’li
Frank Gerhy, Japon Arata Isozaki ve Avusturyalı mimarlık stüdyosu Coop
Himmelb(l)au’nun sundukları projeler arasından seçileni Gerhy’ninkiydi. Tek bir
sorun vardı: Guggenheim Vakfı asla yeni merkezleri için para bağışında
bulunmazdı. Bu paranın Bask otoriteleri tarafından sağlanması gerecekti. Bu
maddi yükün altından kalkabilecekler miydi?
Solomon R. Guggenheim (1861 -1949), talihini altın, gümüş ve bakır
madenciliğinden yapmış Yahudi bir
İsviçre göçmeninin 10 çocuğundan biriydi. Bankeri bol olan bir aileden gelen
eşi Irene Rothschild, kendisini resimle ilk tanıştıran kişiydi. Ancak adını
taşıyan vakfın 1937’de kurulmasına önayak olan kişi Alman sanatçı ve aristokrat
Hilla Rebay olmuştu. İlk kurulan yapılar kısa zamanda, devamlı büyüyen sanat
koleksiyonunu sergileyemeyecek duruma gelince, New York Central Park
yakınlarında yepyeni bir müzenin siparişini vermişti. 1959’da açılan müzeyi ne
Solomon Guggenheim’ın, ne de organik stiliyle ünlü mimarı Frank Lloyd Wright’ın
ömrü yetmişti görmeye…
Frank Gehry projesi seçildiğinde 62
yaşındaydı. İnşaat trendini heykel kriterleri üzerine oturtan akımın en önemli
temsilcilerindendi. Kendisi kabul etmese de bir çokları onu “dekostrüktivism”
(yapıbozumculuk) akımı içerisinde görmekteydi.
Bu akım düz çizgiler yerine, kavisli yüzeyleri ve çizgileri
kullanıyordu. Daha çok yeni, 1989’da mimarinin Oscar’ı kabul edilen Pritzker
Ödülü’nü almıştı. Kendisinden istenen çok zor bir şeydi: Can çekişen Bilbao’yu
diriltmesi ve Vakfın diğer merkezleriyle boy ölçüşecek bir yapı… Acaba Gehry’nin buna cevabı nasıl
olacaktı…?
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Call 9100000000 Mahi Chopra beautiful Mumbai Escort Service Provider gives you full sport in whole day & night able in Mumbai with us Model, Celebrity & VIP Available.
YanıtlaSilMumbai Escorts Models | Mumbai Model Escorts | Cheap Mumbai Escorts | Mumbai Independent Escorts | Escorts Girls in Mumbai | Mumbai Escorts Girls | Call Girls Mumbai | College Escort in Mumbai | Escorts Service Mumbai| Mumbai Escorts