4 Kasım 2013 Pazartesi

BILBAO’YU HARİTAYA YERLEŞTİREN PROJE: GUGGENHEIM MÜZESİ BÖLÜM II

Frank Gehry bir mimardan çok, sanatçı olarak nitelendirmekteydi kendini. Ondan istenen şey, son derece zorluydu. Cevabını çalışma metotlarını ekstremlere çekerek verdi. Müzeyi arkitektonik bir heykel gibi dizayn etti kısa sürede. Simgeleşecek bir şaheser yaratma arzusu ile yılanvari yüzeyleri tercihi, ortaya son derece orijinal, heykelimsi bir yapı çıkardı. Amacı, insanların iç mekanları ve burada sergilenecek objeleri beğenmeleri kadar, binaya yaklaştıkları her açıdan görecekleri dış mekanı da takdir etmelerini sağlamaktı.
1993 Ekim’inden 1997 Ekim’ine, dört uzun yıl sürdü yapımı. Cephelerin hepsini birbirinden farklı ve çevrelerindeki mimari ve coğrafi ortamla uyumlu olarak dizayn etti. Güney cephesi, şehrin tarihi ve kaderine atıfta bulunurcasına bir gemi silüetini andırıyor. Denizcilik geleneğini vurgularcasına sanki yelkenlerini rüzgarla doldurmuş, Nervion Nehri boyunca ilerlemekte… Tüm bu düşünceyi pekiştiren diğer bir unsur da, müzeyi çevreleyen 30 cm derinliğindeki havuzlar.

Gehry materyal kullanımında ve binanın aydınlatılmasında da son derece orijinal fikirler üretmiş. Hareketli yüzeyleri titanyumla kaplamış, böylelikle bu materyal mimaride ilk defa kullanılmış olmuş. Düz yüzeylerde ise kireçtaşı kullanmış. Bu farklılığı iç mekanlara da taşımış; düz odaların yer kaplamalarında, klasik bir materyal olan ahşap kullanmış, düzensiz ebatları olan odalarda ise daha az klasik bulduğu mikro çimentoyu tercih etmiş. Yapının önemli bir kısmını titanyumla kapladığı için, pencere kullanma şansı pek olmamış. O yüzdendir ki, yapının tavanında koca koca pencereler bulunmakta. Müzedeki cam yüzeyler özel olarak üretilmiş, bileşiminde metal partiküller var, böylelikle ziyaretçiyi aşırı sıcaktan, sanat eserlerini ise güneşin zararlı ışınlarından koruyor. Eğer bu şekilde yapılmasa, içerisinin yüksek sıcaklıktan dolayı dev bir sera gibi olması işten bile değilmiş. Pencereyi yan yüzeylerde kullanmak istememesinin önemli nedenlerinden biri de ışığın eserlerin üzerine yansıma yapmasını istememesi olmuş.

Müzenin kuşkusuz en belirgin özelliği, uzaktan göründüğü anda bakanda hayranlık duygusu uyandıran gümüşi rengi. Bu rengi veren  titanyumdan biraz daha konuşmak gerekirse: Aslında ilkin kurşunlu bakır kullanmayı düşünmüş, ancak bu alaşım zehirli olduğu için vazgeçmiş. Daha sonra paslanmaz çelik düşünmüş, ancak Bilbao gibi kuzey enlemlerde bulunan ve çoğunlukla gri havaların hakim olduğu bir şehirde, bir hayli ruhsuz görünme riski olduğundan, bu fikirden de vazgeçmiş. O sırada stüdyosuna getirilen titanyum örneğini incelemiş… Gümüş gibi, en bulutlu günde bile parlıyor. Son derece dayanıklı, asla paslanmıyor ve çelikten çok hafif… Ancak tüm bu olağan üstü özelliklere karşı son derece dezavantajlı bir yanı var: Çok pahalı! Bütçeyi aşmamak için olabildiğince ince paneller kullanmış Gehry. Her ne kadar 0.38 mm kalınlıkta olsa da,  büyük çoğunluğu 80cm * 115 cm’ lik ebatlarda, toplamında 33000 adet, 50 ton panel bütçenin kabarmasına büyük etken olmuş…

46000 m2’lik alana yayılan müzenin kirişleri ve sütunları birbirine paralel, çapraz ve dik olacak şekilde yerleştirilmiş. İç alanları dış cepheden ayıracak bir metal kat döşenmiş. Bunun üzerine ise izolasyon yapılıp, üzeri asfalttan bir filmle örtülmüş. İşte titanyum paneller bu filmin üzerine monte edilmişler. Paneller bir robot tarafından kesilmişler. Aşağıdan yukarıya doğru olarak da dizilmişler. Frank Gehry’nin küçükken oynadığı balıkların, daha sonra yaptığı işlerdeki etkisi büyük olmuştur. Buradaki bu diziliş de balık pullarını anımsatıyor… Titanyum, toprak tonlu kireçtaşı, metal partiküllü cam, plaster ve bazı bağlantı noktalarında ekonomik geçmişin vakur mirası çelik… Hepsi birbiriyle son derece uyumlu.
Bu projenin yapımındaki en büyük yardımlardan birini ise uçak yapımında kullanılan CATIA programından alıyor Gehry. Bu kadar hareketli, eğrilerden meydana gelen bir yapının stabilizasyonu için gerekli yük dengesi hesabını (hele hele kolonsuz mekanlarda), bu program olmasa Gehry’nin yapabilmesi mümkün olmazmış. Gehry’den önce bu programı Airbus ve Boeing firmaları kullanıyormuş. 1997 itibarıyla Ferrari de kullanmaya başlamış.

Müzenin en enteresan özelliklerinden biri de ana girişi. Meydan tarafına bakan ana giriş, haliç kıyısıyla olan seviye farkından dolayı aşağı doğru iner şekilde tasarlanmış. Oysa günümüzün önemli müzelerinin çoğuna baktığımızda, büyüklük ve güç hissi, yukarı doğru tırmanan merdivenlerle verilir. Bu örnekte aynı abidevi hissi yaratmak için merdiveni iyice geniş tutarak, sanki bir amfi tiyatroymuş görünümü vermiş… Aşağı inilince varılan yer ise, dev camlarla kaplı atriyum. Aslında bölümleri gezdikten sonra hep dönüp dolaşılıp, ulaşılan yer atriyum...
Guggenheim Vakfı kendi adını taşıyan yeni merkezler için asla para yardımında bulunmaz demiştik… Bırakın yardım etmeyi, bir defalığına mahsus olmak üzere 20 milyon dolar ödemesi lazımdı vakfa Bask Ülkesi Otonom yönetiminin. İnşaat için bütçeleri 100 milyon dolardı, müze işletiminin yıllık bütçesi ise 12 milyon dolardı….

Bir “müze”, enkaz haline dönmüş bir şehri, yeni yüzyıla hazırlayabilir miydi? Kültürel bir girişim, tüm olumsuz ekonomik gelişmelere karşı bir umut olabilir miydi? Denediler ve gördüler: Guggenheim Müzesi’nin inşa maliyeti 89 milyon dolar tuttu. Müze açıldıktan sonraki 3 yıl içinde yaklaşık 4 milyon kişi müzeyi ziyaret etti. Bu kişilerin ekonomik olarak şehre getirdiği katkı yaklaşık 500 milyon Euro civarındaydı… Bu kişilerin otel, yemek, ulaşım vb. için harcadıklarından yerel yönetimin bütçesine vergi olarak giren katkı 100 milyon Euro civarındaydı. Şehirde birdenbire diğer büyük mimarlar tarafından eklenen yeni binalar belirmeye başladı: Norman Foster, Rafael Monreo, Santiago Calatrava, Arata Isozaki gibi dünyaca ünlü mimarlar imzalarını bırakanlar arasındalardı. Frank Gehry tüm alçak gönüllülüğüyle “Guggenheim, Bilbao’yu haritaya yerleştirdi, sanırım beni de yerleştirdi” diyecekti, baş şaheserini yarattığını ilan eder şekilde. Yıllar boyu ağır endüstrinin merkezi olan bir şehir,  21. Yy’a 1. Sınıf bir Avrupa şehri olarak girmişti. Bask Yönetimi hayallerin ötesi bir projeye imza atmıştı…

Mutlu son…

BENGİ IŞIL GÖKTÜRK





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder