Frank Gehry bir mimardan çok, sanatçı olarak
nitelendirmekteydi kendini. Ondan istenen şey, son derece zorluydu. Cevabını
çalışma metotlarını ekstremlere çekerek verdi. Müzeyi arkitektonik bir heykel
gibi dizayn etti kısa sürede. Simgeleşecek bir şaheser yaratma arzusu ile yılanvari
yüzeyleri tercihi, ortaya son derece orijinal, heykelimsi bir yapı çıkardı. Amacı,
insanların iç mekanları ve burada sergilenecek objeleri beğenmeleri kadar,
binaya yaklaştıkları her açıdan görecekleri dış mekanı da takdir etmelerini
sağlamaktı.
1993 Ekim’inden 1997 Ekim’ine, dört uzun yıl
sürdü yapımı. Cephelerin hepsini birbirinden farklı ve çevrelerindeki mimari ve
coğrafi ortamla uyumlu olarak dizayn etti. Güney cephesi, şehrin tarihi ve
kaderine atıfta bulunurcasına bir gemi silüetini andırıyor. Denizcilik
geleneğini vurgularcasına sanki yelkenlerini rüzgarla doldurmuş, Nervion Nehri
boyunca ilerlemekte… Tüm bu düşünceyi pekiştiren diğer bir unsur da, müzeyi
çevreleyen 30 cm derinliğindeki havuzlar.
Gehry materyal kullanımında ve binanın
aydınlatılmasında da son derece orijinal fikirler üretmiş. Hareketli yüzeyleri
titanyumla kaplamış, böylelikle bu materyal mimaride ilk defa kullanılmış
olmuş. Düz yüzeylerde ise kireçtaşı kullanmış. Bu farklılığı iç mekanlara da
taşımış; düz odaların yer kaplamalarında, klasik bir materyal olan ahşap
kullanmış, düzensiz ebatları olan odalarda ise daha az klasik bulduğu mikro
çimentoyu tercih etmiş. Yapının önemli bir kısmını titanyumla kapladığı için,
pencere kullanma şansı pek olmamış. O yüzdendir ki, yapının tavanında koca koca
pencereler bulunmakta. Müzedeki cam yüzeyler özel olarak üretilmiş, bileşiminde
metal partiküller var, böylelikle ziyaretçiyi aşırı sıcaktan, sanat eserlerini
ise güneşin zararlı ışınlarından koruyor. Eğer bu şekilde yapılmasa, içerisinin
yüksek sıcaklıktan dolayı dev bir sera gibi olması işten bile değilmiş.
Pencereyi yan yüzeylerde kullanmak istememesinin önemli nedenlerinden biri de
ışığın eserlerin üzerine yansıma yapmasını istememesi olmuş.
Müzenin kuşkusuz en belirgin özelliği,
uzaktan göründüğü anda bakanda hayranlık duygusu uyandıran gümüşi rengi. Bu
rengi veren titanyumdan biraz daha
konuşmak gerekirse: Aslında ilkin kurşunlu bakır kullanmayı düşünmüş, ancak bu
alaşım zehirli olduğu için vazgeçmiş. Daha sonra paslanmaz çelik düşünmüş,
ancak Bilbao gibi kuzey enlemlerde bulunan ve çoğunlukla gri havaların hakim
olduğu bir şehirde, bir hayli ruhsuz görünme riski olduğundan, bu fikirden de
vazgeçmiş. O sırada stüdyosuna getirilen titanyum örneğini incelemiş… Gümüş
gibi, en bulutlu günde bile parlıyor. Son derece dayanıklı, asla
paslanmıyor ve çelikten çok hafif… Ancak tüm bu olağan üstü özelliklere karşı
son derece dezavantajlı bir yanı var: Çok pahalı! Bütçeyi aşmamak için
olabildiğince ince paneller kullanmış Gehry. Her ne kadar 0.38 mm kalınlıkta
olsa da, büyük çoğunluğu 80cm * 115 cm’ lik
ebatlarda, toplamında 33000 adet, 50 ton panel bütçenin kabarmasına büyük etken
olmuş…
46000 m2’lik alana yayılan müzenin kirişleri
ve sütunları birbirine paralel, çapraz ve dik olacak şekilde yerleştirilmiş. İç
alanları dış cepheden ayıracak bir metal kat döşenmiş. Bunun üzerine ise
izolasyon yapılıp, üzeri asfalttan bir filmle örtülmüş. İşte titanyum paneller
bu filmin üzerine monte edilmişler. Paneller bir robot tarafından kesilmişler.
Aşağıdan yukarıya doğru olarak da dizilmişler. Frank Gehry’nin küçükken
oynadığı balıkların, daha sonra yaptığı işlerdeki etkisi büyük olmuştur. Buradaki
bu diziliş de balık pullarını anımsatıyor… Titanyum, toprak tonlu kireçtaşı,
metal partiküllü cam, plaster ve bazı bağlantı noktalarında ekonomik geçmişin vakur
mirası çelik… Hepsi birbiriyle son derece uyumlu.
Bu projenin yapımındaki en büyük yardımlardan
birini ise uçak yapımında kullanılan CATIA programından alıyor Gehry. Bu kadar
hareketli, eğrilerden meydana gelen bir yapının stabilizasyonu için gerekli yük
dengesi hesabını (hele hele kolonsuz mekanlarda), bu program olmasa Gehry’nin
yapabilmesi mümkün olmazmış. Gehry’den önce bu programı Airbus ve Boeing
firmaları kullanıyormuş. 1997 itibarıyla Ferrari de kullanmaya başlamış.
Müzenin en enteresan özelliklerinden biri de
ana girişi. Meydan tarafına bakan ana giriş, haliç kıyısıyla olan seviye
farkından dolayı aşağı doğru iner şekilde tasarlanmış. Oysa günümüzün önemli müzelerinin
çoğuna baktığımızda, büyüklük ve güç hissi, yukarı doğru tırmanan merdivenlerle
verilir. Bu örnekte aynı abidevi hissi yaratmak için merdiveni iyice geniş
tutarak, sanki bir amfi tiyatroymuş görünümü vermiş… Aşağı inilince varılan yer
ise, dev camlarla kaplı atriyum. Aslında bölümleri gezdikten sonra hep dönüp
dolaşılıp, ulaşılan yer atriyum...
Guggenheim Vakfı kendi adını taşıyan yeni
merkezler için asla para yardımında bulunmaz demiştik… Bırakın yardım etmeyi,
bir defalığına mahsus olmak üzere 20 milyon dolar ödemesi lazımdı vakfa Bask
Ülkesi Otonom yönetiminin. İnşaat için bütçeleri 100 milyon dolardı, müze
işletiminin yıllık bütçesi ise 12 milyon dolardı….
Bir “müze”, enkaz haline dönmüş bir şehri,
yeni yüzyıla hazırlayabilir miydi? Kültürel bir girişim, tüm olumsuz ekonomik gelişmelere
karşı bir umut olabilir miydi? Denediler ve gördüler: Guggenheim Müzesi’nin inşa
maliyeti 89 milyon dolar tuttu. Müze açıldıktan sonraki 3 yıl içinde yaklaşık 4
milyon kişi müzeyi ziyaret etti. Bu kişilerin ekonomik olarak şehre getirdiği
katkı yaklaşık 500 milyon Euro civarındaydı… Bu kişilerin otel, yemek, ulaşım
vb. için harcadıklarından yerel yönetimin bütçesine vergi olarak giren katkı
100 milyon Euro civarındaydı. Şehirde birdenbire diğer büyük mimarlar
tarafından eklenen yeni binalar belirmeye başladı: Norman Foster, Rafael Monreo,
Santiago Calatrava, Arata Isozaki gibi dünyaca ünlü mimarlar imzalarını
bırakanlar arasındalardı. Frank Gehry tüm alçak gönüllülüğüyle “Guggenheim,
Bilbao’yu haritaya yerleştirdi, sanırım beni de yerleştirdi” diyecekti, baş şaheserini
yarattığını ilan eder şekilde. Yıllar boyu ağır endüstrinin merkezi olan bir
şehir, 21. Yy’a 1. Sınıf bir Avrupa
şehri olarak girmişti. Bask Yönetimi hayallerin ötesi bir projeye imza atmıştı…
Mutlu son…
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder