Akdeniz'in tarifsiz bir önemi olmuştur her zaman hayatımda. İlk önce ailecek yaptığımız gezilerde yurdumuzun kahverengi tabelalarının gösterdiği yerlere gire çıka, daha sonra ise gemi turları ile Avrupa'da tarihi limanlara gire çıka masmavi deniz ile Roma tarihi özdeşleşmeye başlamıştır aklımda.
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Hikayeler, efsaneler, mitoloji, sezarlar hepsi birbirine karışır ve Akdeniz'in mavisiyle yoğrulur. Avrupa'nın Latin etkisinde kalmış ve Akdeniz yumuşaklığına, şefkatine, zevkine, nüktesine sahip bölgeleri her zaman için daha çok çekmiştir beni. İnsanıyla, yemeğiyle, müziğiyle, kültürüyle, katman katman tarihiyle ve ortak Romalı geçmişiyle görkemli bir kültür şölenidir "iki toprak arasındaki" deniz...!
İşte bu toprakların Adriyatik Kıyılarında bir şehir var ki, belki o olmasa İstanbul da İstanbul olmayacaktı. Hırvatistan'ın başkent Zagreb'ten sonra ikinci büyük şehri olan Split aynı zamanda Adriyatik Kıyılarının en büyük yerleşimi. Bugün nüfusu 200.000 kişiye ulaşmış ve 91 - 95 savaşı sonrası yaralarını hızla saran Hırvatistan'ın turizm cennetlerinden biri olmuş.
Split'i benim gönlümde bir numaralı Hırvat şehri yapan özelliği ise Romalı geçmişi ve tüm eski şehrinin bir sarayın içinde kurulmuş olması: Diocletianus Sarayı... Split, MÖ 6.yy'da "Aspalathos" adlı bir Yunan Kolonisi olarak kuruluyor. Bu kelime "katırtırnağı" anlamına geliyor. Hemen Katalan şarkıcı Joan Manuel Serrat'ın eşsiz "Mediterraneo" adlı şarkısındaki "çamlara yeşil, katırtırnaklarına sarı rengi vereceğim" dediği mısrayı ve batıdan doğuya, kuzeyden güneye tüm Akdeniz'de ortak olan 2 bitkiyi hatırlıyorum...
Şehrin adı tarih boyunca Yunan - Roma - Slav - Venedik etkisi ile söylene söylene Aspalathos - Spalatum - Spalatro - Spjlet ve en sonunda Split olarak evrim geçirerek günümüzdeki Hırvatça'ya yerleşiyor. Romalılar Adriyatik sahillerine MÖ 229 - 221 arası süren ve Balkan Yarımadası'nın büyük bölümünde bulunan ve bugünkü Arnavutların atasını oluşturan İliryalı kavimlerle yaptıkları savaşlar sonucu yerleşmişler. Kıyı bölgelerine yine İliryalıların bir kolu olan Dalmatae'den gelen "Dalmaçya" adını vermişler. Dalmaçya bölgesinin yönetim başkenti de Split'e bir taş atımı uzaklıktaki Salona olmuş yıllar boyunca...
Split'in Split olması ise Roma İmparatorluğunun 51. İmparatoru Diocletianus'un (yönetimi MS 284 - 305) emekli olduğunda doğduğu toprakların civarında bir saray yaptırmaya karar vermesiyle başlıyor. Onun hükümdarlık yaptığı 3.yy sonları İmparatorluğun artık çok zor zamanlardan geçtiği ve sona yaklaştığı bir krizin eşiğiydi. Ve hatta Diocletianus kendi rızasıyla tahttan feragat eden ilk Roma İmparatoru olmuştur. Salona'da yaptıracağı saray için yeterli alan bulamayan imparator yakınlardaki geniş ve bakir koyu seçer 38.000m2 lik sarayını kondurmak için... Bu saray surlarla çevrili, 16 kuleli, bir taraftan bir Roma villası, bir taraftan da askeri bir castrum olacak şekilde planlanmış ve 8 - 10 bin kişiyi barındıracak şekilde inşa edilmiş. İçinde Jüpiter, Venüs ve Kybele'ye adanmış tapınaklar ve ölümünden sonra imparatorun son istirahatına yatacağı bir anıtmezar inşa edilmiş. Denize bakan cephede imparatorun hafif meltemi içine çekip, yürüyüş yapacağı revaklı yol, aşağıda binanın kot farkını ortadan kaldırmak için inşa edilmiş devasa bodrum katı...
Sarayın yapımı MS 305'te bitmiş ve zaten bu tarihte de Diocletianus, imparatorluk görevinden istifa etmiş. Kendisini iktidara yeniden davet edenlere gururla villasını ve Split'e fon oluşturan Marjan Tepesinde düzenlettiği bahçeleri gösterip; "Bunları bırakıp nasıl geleyim...!" diye cevap verirmiş.
Batı Roma İmparatorluğu MS 476'da çöktükten sonra saray uzunca süre boş kalmış. Ta ki 7.yy' da tüm bölgede etkili olan Slav akınları buralara da ulaşana kadar. Slavlardan kaçan bölge halkı sarayın içinde kendine sığınak bulmuş. İmparatorum mozolesi yağmalanmış ve sonra kiliseye çevrilmiş. Yavaş yavaş kalıcı olarak yerleşen ve hatta Slavlarla karışan halk saray içinde evler, sivil yapılar, kiliseler inşa etmeye başlamışlar. Ve en sonunda sarayın içinde Split'in eski kenti oluşmuş.
Bugün UNESCO tarafından tarihi miras listesine alınmış olan Diocletianus Sarayının içinde dükkanlar, evler, restoranlar, 3000 kişilik bir nüfus vb. bulunmakta. Hatta eski Roma'da şehri kuzey - güney ekseninde bölen Cardo Maximus'un devasa kolonu bir banka binasının içinde kalmış. Diocletianus etki alanı olan Doğu toprakları ve Mısır'dan 200 sütun ve 12 sfenks getirtmiş. Her ne kadar sfenkslerin kafaları Hristiyanlar tarafından daha sonradan uçurulsa da; hala 2 tanesini sağlam görmek mümkün..!
Peki neden Split olmasa İstanbul olmazdı diye sorduğunuzu duyar gibiyim! O zaman tekrar bakalım Diocletianus'a... Onun döneminde merkezi kuvvet zayıflamış ve her imparator sonrası iç savaşlar çıkmakta. Bunu fırsat bilen düşman kavimler de Roma topraklarına saldırmakta... Diocletianus merkezi kuvveti sağlamlaştırmak için kendinden sonra işlemeyecek Tetrarki (dörtlü yönetim) adlı sitemi kurmuş. Bu sistemde imparatorluk Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmış ve her bölümün başında birer Augustus (kıdemli imparator) ve birer Ceasar (genç imparator) olmak üzere dört imparator beraberce yönetmişler tüm toprakları. Diocletianus döneminde bu yönetim sayesinde krizden çıkılmış, sınırlar kuvvetlendirilmiş ve imparatorluğa düzen gelmiş. Öyle ki, onun dönemindeki tetrarkiyi oluşturan Diocletianus - Galerius (Doğu) ve Maximianus - Constantius Chlorus (Batı) dörtlüsünün, orijinal olarak İstanbul'da bulunan ve 1204'te IV. Haçlı Seferi yağması sonrası Venedikliler tarafından götürülüp San Marco Bazilikası'nın bir köşesine konulan ve imparatorları birbirine sarılır halde gösteren porfir heykel, bu yönetimin dünyaca ünlü sembolü olmuştur.
Diocletianus ve Maximianus ikilisi yönetimden ayrıldıktan sonra yardımcıları; kademe atlayıp bu sefer kendilerine yardım edecek Ceasarlar atamışlar. Bu tetrarki fiilen 313 yılına kadar devam etmiş ve tetrarkinin 3. ayağında en sonunda düzeni bozacak, toplu yönetimi dağıtacak ve başkenti Doğuya taşıyarak kendi adıyla yeniden takdis edecek bir imparator tek başına Augustus olmuş: I. Konstantin...! Başka bir deyişle; eğer Diocletianus olmasa dörtlü yönetim olmayacaktı ve dörtlü yönetim olmasa Konstantin başa geçemeyecekti ve Konstantin başa geçmese Konstantinapolis olmayacaktı... Diocletianus muhteşem sarayının temellerini atarken aslında bir yandan da Yeni Roma'nın temellerini attığının asla farkında değildi...!
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder