14 Aralık 2011 Çarşamba

EN FAVORİ AŞK HİKAYEM; AMOR VE PSYCHE… VILLA FARNESINA, ROMA

Tiber (Tevere) Nehrinin diğer tarafında son derece otantik bir mahalle vardır; Trastevere… Anlamı; demin de dediğim gibi Tevere ötesidir (trans Tiberium). Bir zamanlar, Roma hala ufacık bir krallıkken ve bugün hayranlıkla gezdiğimiz meydanlarının bulunduğu sol yakada konuşlanmışken, sağ yakadaki bu mahallede “Etrüskler” yaşarmış. Ancak MÖ 396’da Roma, burayı kendi hakimiyeti altına almış. Bu dönem sonrasında önce çoğunlukla Yahudiler yerleşmişler buraya ancak daha sonra nehrin hemen karşısındaki ghettoya “tıkıştırılmışlar”. İmparatorluk döneminde ise özellikle zanaatkarların ve işçilerin ikamet ettiği bir yer olmuş ve çok kısa bir tarih öncesine kadar da bu özelliğini korumuş. Birleşik İtalya’ya giden “Risorgimento (Yeniden Yükseliş)” döneminde ise  Cumhuriyetçi bir duruş sergileyerek Mazzini’yi desteklemişler. Şu an bu eski işçi mahallesi Roma’nın en gözde semtlerinden birine dönüşmüş durumda. Özellikle kentte yaşayan yabancılar burada oturmak istiyorlar ve son yıllarda oluşan olağanüstü talep yüzünden fiyatlar inanılmaz yükselmiş. Mahallede birçok güzel restoran ve trattoria da birbiri ardına açılmış…
İşte bu mahallede Rönesans döneminin az bilinen bir incisi var; Villa Farnesina… Avrupa’nın özellikle “Latin Ekseni” etkili bölgelerini dolaşırken kişinin çevresini daha iyi algılayabilmesi için mitoloji, eski ahit ve yeni ahit konularına en azından aşina olması gerekir… Tabi farklı kültürlerden gelen bizler için bu aşinalık, çok okuyup, çok gezmekle kazanılan bir deneyim oluyor! Kafamız da karışmıyor değil bunu oturtmaya çalışırken… Hele hele aynı mitoloji tanrısının adı Yunan’da ayrı, Roma’da ayrı olunca iyice karışıyor kafalar…! Ancak bu mitolojik tanrılar arasında öyle bir tanesi var ki, kolay kolay gören kimsenin karıştırmayacağı cinsten! Kanatları, melek gibi yüzlü bir erkek çocuğu görünümü ve yayıyla (attığı oklarla herkesi birbirine aşık eden) Cupid, Amor ya da Yunan’daki adıyla Eros… Onun attığı okla vurulan kişide kontrol edemediği bir aşk ve arzu hissiyatı oluşur mitolojide… Anası güzellik tanrıçası Venüs ve babası ise savaş tanrısı Mars’tır ve batı sanatında önemli bir yeri vardır.
İşte tüm bunlar Villa Farnesina dediğim yapıda birleşmekte ve birbirine bağlanmakta. Bu muhteşem villa, aslen Sienalı ünlü bir banker olan Agostino Chigi’nin siparişi üzerine hemşerisi Baldassare Peruzzi’ye 1508-1511 yılları arasında yaptırılmış. Chigi ailesi öyle bir aile ki, Borgia ailesinin ünlü Papası VI. Alexander’a yüklüce borçlar verip en sonunda Papa II. Julius döneminde Papalık’ın haznedarlığını yapmış, Roma’nın o dönemdeki en zengin ailelerinin başında gelmekte. O dönemdeki tüm para, güç ve nüfuz sahibi insanlar gibi sanatın da koruyucusu ve destekleyicisi bir aile…
Agostino Chigi bir gün bir iş ziyareti için Venedik’e gidiyor ve burada Francesca Ordeaschi adında kendinden çok daha aşağı düzeydeki bir kadına aşık oluyor… Aşk bu! Amor’un okları Agostino’ya bir kere saplanmış, geri dönüşü yok! Ve çağırıyor villasına dönemin en revaçta olan sanatçılarından, Yüksek Rönesans’ın en değerli ismi Urbinolu “Raffaello”yu… Ve ondan villasının kocaman bahçesine bakan giriş kısmının tavanlarına sıradışı bir aşk hikayesini işlemesini istiyor…
Hikayeyi bilirsiniz; Psyche o kadar güzeldir ki, bu güzellikten endişe duyan ve bu güzelliği kıskanan Venüs bir gün oğlunu, oklarını kullanarak, bu kızı dünyadaki en çirkin erkeğe aşık etmekle görevlendirir. Bu arada Psyche’nin annesine ve babasına da kızlarının kocasının acımasız bir canavar olacağı ve kanatlı bir engerek yılanına benzeyeceği ancak kaderinin de o adam olacağı kehanet edilir. Çünkü bu güzellik ölümlü bir erkek için değildir… Oysa annesinin verdiği görevi yerine getirmek için yola çıkan Amor, kızın güzelliği karşısında öyle bir büyülenir ki, ona kıyamaz. Bu arada kızın babasına söylenen kehanette kocasını bekleyeceği yer de bellidir ve Psyche kendisine söylenen yere gidip kaderini bekler. Gece olunca kocası yanına gelir ve onunla bir anlaşma yapar, her ne olursa olsun kocasını görmeye çalışmayacaktır… ve böylelikle takip eden geceler boyunca, karanlıkta, Amor Psyche’yi ziyaret eder. Bu ziyaretler gün doğumu öncesinde de bitmektedir…
Gel zaman git zaman bu rutinden sıkılan Psyche, kendisini kıskanan kız kardeşlerinin verdikleri akılla, bir gece kandil ışığı yakarak kocasını görür ve onun bırakın kanatlı bir canavara benzemeyi, dünyanın en yakışıklı erkeği olduğunu anlar. Ancak bunu yaparak verdiği sözü de tutmamış olur, aynı zamanda kandilden akan kızgın yağ Amor’un omzuna düşer ve onu yaralar. Buna çok içerleyen Amor çektiği gibi gider… Üzüntüsünden kahrolan Psyche biçare biçimde kocasını bulmak için her yeri dolaşır, tüm tanrılara başvurur ve fakat hepsi nafiledir… En sonunda çekinerek Venüs’e gider ve ona her şeyi anlatır, kendisine yardım etmesini ister… Venüs ona yardım edecektir ve fakat bu yardımlar Psyche’ye sadece bela ve en sonunda ölüler dünyasına inip ölümle tanışmayı getirecektir… İşte tam bu sırada esas oğlan olan Amor, iyileşip geri dönecek, oklarından biriyle karısına can verecek ve tanrılar skalasının en üst kademesindeki Jüpiter’den (Zeus) resmen evlenmek için izin isteyecek ve en sonunda Venüs de insafa gelecek ve hikaye mutlu sonla bitecektir. Tanrıların içeceği olan “ambrosia”dan içen Psyche ölümsüz olacak ve sonsuza kadar mutlu yaşayacaklardır…
İşte Agostino'nun kendisi de sıradışı bir aşkla bağlandığı bu fakir Venedikli kadına sevgisini villasının her yanına ünlü aşkları fresk tekniğiyle bezeterek ifade etmiş… Hem sevdiği kadına, hem de tüm dünyaya…
Şunu ifade etmeliyim ki, Villa Farnesina Roma’da Rönesans dönemi fresk sanatı için Sistine Şapel’den sonra uğranacak en önemli nokta. Kendim Rönesans dönemine çok ilgi duyduğum ve Rafaello’yu da çok sevdiğim için beni çoook etkiliyor burası! Amor ve Psyche salonunda fresklerdeki tanrı figürlerinin arasında 200 çeşit bitki, ağaç ve çiçek ile onlarca kuş çeşidinin de bezenmiş olduğunu (çünkü bunları da bilmek kültürle alakalıydı) eklemek isterim… Ayrıca burada turistlerle tıkış tıkış bir ortamda değil, çok daha az kişinin ziyaret ettiği nezih bir ortamda bulunuyorsunuz. Belli günlerde içinde Rönesans konserleri verilen villa öğlen 13.00’a kadar açık…
Bir gün burayı ziyaret ederseniz size tavsiyem, nehir kıyısını takip ederek Isola Tiberina’yı geçtikten sonra solunuzda köprü sağınızda ana cadde kalınca caddeye doğru dönmeniz ve hemen karşınızda gördüğünüz tarihi binanın solundaki sokak içinde bulunan “Roma Invincibile” (www.ristorantelinvincibile.com) ‘de yemek yemeniz…! Harika makarnaları ve “sangiovese-merlot” üzümlerinin karışımı müthiş ev şarapları var. Benim için de kadeh kaldırmanız en büyük arzum olur…
BENGİ IŞIL GÖKTÜRK 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder