7 Ocak 2014 Salı

“BARBARLARIN YAPMADIĞINI BARBERİNİLER YAPTI ONA” PANTHEON’UN HİKAYESİ

Çok yorgunum. Koca yuvarlak bedenim, artık üzerimdeki kudretli kubbeyi taşıyamayacak kadar bıkkın hayattan. Ne çağlar görmedim ki? Ne hayatlar geçip gitmedi   önümden… Ben ki koskoca Roma İmparatorluğu’nun tüm tanrılara adadığı tapınak, ben ki dini bir yapı olmanın yanında, seküler bir abide olarak Roma’nın en yüce simgesi; şimdi elinde dondurmayla fotoğraf çektirenlere eşsiz bir fon oluşturmaktayım!

Benim gibi sonsuz zamanlara ait olan Colosseum için İngiliz Rahip Bede şöyle demiş: “Quandiu stabit coliseus, stabit et Roma. Quando cadit coliseus, cadet et Roma. Quando cadet Roma, cadet et mundus.” “Colosseum ayakta durdukça Roma ayakta duracaktır. Colosseum düşerse, Roma da düşer ve Roma düşerse, tüm dünya yıkılır!” İşte bu kehanete inat o da ben de ayaktayız. Yüzyıllar geçti üzerinden ancak yüksek medeniyetimizin  barbar kavimler tarafından yağmalanmasını ve yıkılmasını kabullenemedik hala.

Adım “Tüm Tanrılar” anlamına gelen “Pan Theon”.  2041 yaşındayım. Beni  Actium Deniz Savaşı’nda Marcus Antonius ve Cleopatra’ya karşı kazanılan zaferden sonra üçüncü defa konsül seçilen Marcus Agrippa inşa ettirdi. O yüzden kafanızı kaldırıp baktığınızda gördüğünüz üçgen alınlığın aşağısındaki kitabede şöyle yazar: M. AGRRIPPA, L.F. COS. TERTIUM FECIT. (Üçüncü defa konsül olan Lucius oğlu Marcus Agrippa yaptırdı) Tarih MÖ 27’diydi. Bu kitabeyi aslında İmparator Hadrianus koydurttu. Zira önce 80 yılında bir yangına kurban gittim, daha sonra üzerimde bir şimşek patladı ve 110 yılında bir başka yangına daha yakalandım. İşte o zaman Hadrianus baştan aşağı tekrar inşa ettirdi beni ve atalarına ayıp olmasın diye de kitabeyi koydurttu. Tarih MS 128’di.


İnsanlar zamandan korkarlar. Bizim gibi ölümsüz yapılar ise zamanı korkuturlar! Yine de depremler, su baskınları, yangınlar, türlü türlü felaketler az zarar vermemişlerdir bize. Gotlar varıp mahvetmeden önce tüm şehri, Septimus Severus ve Caracalla itinayla restore ettirdiler beni. İlk Hristiyan İmparatorlar ise yüz çevirdiler bana pagan tapınağıyım diye ve terk ettiler beni. 5.yy’ın sonuna doğru başımıza gelen o felaketten ben de gani gani nasibimi aldım ve barbarlar tarafından hunharca yağmalandım. Tam 1200 yıl sonra Romulus’un şehri hırsızların ve katillerin yatağı olmuştu. Geçirdiğim en zor zamanlardı onlar, beni yıkacaklarını zannetmiştim ki bir mucize oldu. Bizans İmparatoru Phocas tarafından Papa IV. Boniface’ye hediye edildim. Bundan bir yıl sonra, 609 senesinde aynı Papa’nın emriyle kilise olarak takdis edildim. Artık adım Santa Maria ad Martyres idi – Meryem Ana ve tüm şehitlere adanmıştım!

Kiliseye çevrilmem beni yıkımdan kurtarmıştı kuşkusuz ancak çilelerim bitmemişti! Bizans İmparatoru II. Constans şehrimize yaptığı 12 günlük ziyarette Gotlardan kalan ne varsa alıp götürmüştü. Özellikle üzeri altın kaplama bronzdan tavan karolarımı. Tavanımı kurşunla kaplayan Papa III. Gregorius’tu. 14.yy’da Roma’daki çalkantılı politik durumdan ötürü Papalar Avignon’a kaçınca, buradaki aristokratik aileler arasındaki iktidar çatışması da kızıştı. Özellikle Colonna ve Orsini aileleri arasındaki kavgalar sırasında resmen bir kale gibi kullandılar beni!

Yardımıma yetişen dönem kuşkusuz Rönesans olmuştu! Anlı şanlı imparatorluk günlerinden beri ilk defa yüzüm böylesine gülüyordu. Benim gibi imparatorluk zamanından kalma yapıları ve harabeleri hayranlıkla inceliyorlardı dönemin sanatçıları. En sonunda güzelliğimiz yeniden takdir görmekteydi. Adı üzerinde, kesinlikle bir yeniden doğuş dönemiydi bu! Asla unutamadığım, hatırladıkça hala içimi acıtan bir anım bu çağa aittir: Zamanın en büyük ustalarından Rafaello, öldükten sonra benim içimde gömülmeyi istemiş. Genç yaşında aramızdan ayrılmıştı ancak görkemli cenaze törenine katılan yığınlar onun ne kadar başarılı olduğunun en büyük ispatıydı. Onu hepimiz çok severdik. Her ne kadar Vasari sanatçıların hayatını anlattığı kitabında ölüm sebebini aşırı sekse bağlasa da benim için Rafaello’nun sadece eşsiz yeteneği önemliydi. Mermer lahitinin üzerindeki mezar yazıtını büyük usta Pietro Bembo nakşetmişti: “Burada,  yaşarken Doğayı fethedilmekten ve ölürken de O’nu ölmekten korkutan Rafaello yatıyor.”

Birleşik İtalya’nın ilk iki kralı olan II. Vittore Emanuale ve I. Umberto ile ilk kraliçe Savoylu Margherita da yine içimdeki şapellerde gömülülerdir. Onlar için Rafaello örneğindeki hissiyatı yaşadığımı söyleyemem. Öte yandan bana bahşedilen onurun büyüklüğünü de yadsıyamam! Pantheon artık devlet büyüklerinin içinde yattığı milli bir anıttır! Kimse bana sormadı ki adım ölümle özdeşleşsin ister miyim diye…?

Karşımdaki meydan yuvarlak şeklimden ötürü  “Piazza della Rotonda” (Yuvarlak ve Kubbeli Yapı Meydanı) olarak anılır. Burada Giacomo della Porta tarafından dizayn edilmiş çeşme, Ramses dönemine ait bir dikilitaşla süslenmiştir. Sizler bu meydandan, benimle ilk karşılaşmanın verdiği şokla yavaşça pronaosuma doğru yürürsünüz. İlkin korint başlıklı 16 sütunumdan etkilenirsiniz. Onlar karşısında kendinizi ufacık hissedersiniz. Eğer tam karşıdan geliyorsanız, içeriye girdiğiniz ilk an sizin için unutulmaz olacaktır! Çünkü o ana kadar bir kubbem olduğunu fark etmemişsinizdir… O kubbe ki çapı ile yüksekliği birbirine eşit olacak şekilde 43.3 metre olarak inşa edilmiş, dünyada bu güne kadar desteksiz olarak yapılmış en büyük tonozdur. San Pietro’nun kubbesinden bile bir metre kadar daha geniştir. Siz henüz kubbemin büyüklüğüyle imtihanınızı bitiremeden tepedeki açıklığı fark edersiniz. Küçük dilinizi yutacak gibi olursunuz! Tabi ya, böyle bir kubbeyi taşıyabilmek için silindir şeklindeki bedenim 6 metre kalınlıkta inşa edilmişti. İçimde 7 tane büyük kemer vardır, onlar sayesinde hala ayaktayım. Bu kalınlıkta duvarlara pencere koymak imkansızdı. Işık gelebilecek tek yer tavandı! Ve o tavandan süzülen gün ışığı 2000 yıldır aydınlatır insanlığı…

En kötü anımı sona sakladım, hiç unutulmasın diye. Rönesans döneminde nasıl yüzüm güldüyse, Barok dönem bir o kadar utanç vericiydi benim için. Ünlü Barberini ailesinden Maffeo,  VIII. Urbanus adını alarak Papa olmuştu. Emrinde şehrin gelmiş geçmiş en önemli sanatçılarından Bernini çalışıyordu. Onun birçok eserini  beğensem de, bana yaptıklarına bir türlü anlam verememişimdir. Mesela o saçma iki saat kulesini neden koymuştu üzerime? Başta rakipleri olmak üzere herkes dalga geçti kendisiyle (ve tabi ki benimle). “Bernini’nin eşek kulakları” diye. Bereket bu kuleleri 1800’lü yılların sonuna doğru kaldırdılar da eski karizmama tekrar kavuştum. Ancak insanın tırnağını etinden çekerler ya, öyle bir fenalık yaptırdı bana Papa VIII. Urbanus. Porticomdaki bronz tavanı söktürdü, bu bronzu eritip Castel Sant’ Angelo için 80 tane top döktürttü.  Ayrıca, Bernini San Pietro'da bulunan ve en ünlü eserlerinden olan Baldacchino’yu (sunak tepeliği) da benden söktüğü bu bronzdan dökerek yarattı! Bu öyle bir Vandalizm örneğiydi ki en sonunda şöyle diyeceklerdi: “Quod non fecerunt barbari fecerunt Barberini” “Barbarların bile yapmadığını Barberiniler yaptı”…

Ancak yine de unutulmasın: İnsanlar zamandan korkarlar. Bizim gibi ölümsüz yapılar ise zamanı korkuturlar!

BENGİ IŞIL GÖKTÜRK


2 yorum:

  1. Roma seyahatinden yeni dönmüş biri olarak çok severek okudum yazınızı. Yıllar önce Roma'ya bir kere daha gitmiştim, o zamandan beri Pantheon tapınağı ve bulunduğu meydan dünyada en sevdiğim, en etkilendiğim yerdir. Karşısında saatlerce oturabilirim... Hem bilmediğim şeyler öğrendim hem de oradaymışım gibi hissettim. Harika bir yazı gerçekten, çok teşekkürler...

    YanıtlaSil