30 Kasım 2012 Cuma

İRAN İZLENİMLERİ… BÖLÜM IV


Önce Etiyopyalılar geldiler huzura, yanlarında bir vazo, fildişi ve zürafa getirdiler. Sonra Arap Halkları geldiler, develeri ve kumaşlarıyla. Trakyalılar at getirmişlerdi, başlarında sivri başlıkları… Hörgüçlü boğaları ile Pakistanlılar, at ve metal eşyalar getiren Sogdiyalılar. Ceylan getiren Libyalılar… Ve liste uzayıp gidiyordu…. Önünde vücut bulan bu seremoniden son derece mutluydu tahtında oturan kral. Hafifçe gülümsedi, bilinen dünyanın çok önemli bir kısmına hükmetmekteydi, kendisinden sonra gelenler onu “Büyük Darius” olarak anacaklardı…

Her çocuk gibi biz de ufak yaşlarımızda albüm düzenledik. İlk sayfalar siyah-beyaz fotoğraflardan oluşurken daha sonrakiler renkli fotoğraflı sayfalardan oluşurdu. Ablam küçücükken annemle beraber Kapadokya’da verdikleri bir poz vardı, hiç unutamadığım fotoğraflardan. Kapadokya’yı gezdirdiğimiz turistlere anlatırken illa ki bölgenin adının kökeninin Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” olduğundan bahsederiz… İşte bu yüzdendir ki o fotoğrafta annemin giydiği ve atmaya kıyamayıp sakladığı elbisesini giyip gittim Persepolis’i gezmeye ve en az onlar kadar yakışıklı pozlar vermeye çalıştım, onlardan tam 34 yıl sonra…
Kasım ayı olmasına rağmen hava hala bir hayli sıcak. Arabanın camını açmış rüzgarı yüzümde hissederken rehberimiz anlatmaya başlıyor: “İran” sözcüğünün kökeni Sanskritçe “Aryan” sözcüğünden gelir. Modern dilimize Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Avesta’da yer alan bir Proto-İrani terim olan “Aryanam”dan girmiştir. Ariya ve Airiia kelimeleri aynı zamanda Ahameniş İmparatorluğu yazıtlarında etnik bir atıf olarak yer almıştır.” Gerçekten de İran’ın güneyini kaplayan Parse (Fars) bölgesi coğrafi bir alanın adıyken, “İranlılık” milliyetleri, “Aryan” ise etnik kökenlerinin adı olarak geçiyordu yazıtlarda. Ki Aryanlardan önce Hint-Avrupa gruplarından olmayan, Asya kökenli, MÖ 3000 gibi çok  eski dönemlerde İran’ın güneybatısındaki başkentleri Susa(Şuş)’dan yönettikleri büyük bir devlet kurmuş olan “Elamlılar” var. Sonra Hint-Avrupa kökenli Aryan Halklar yayılmaya başlıyorlar, bugünkü modern coğrafyanın Güney Rusya topraklarına denk düşen bölgeden, doğuda Hindistan, Batıda İrlanda’ya kadar. Yüzlerce yıl sürüyor bu göçler ve yaklaşık MÖ 1000 yıllarında yaşanan en büyük dalgada İran’ın Aryan halkaları olan Medler ve Persler yerleşiyorlar yeni vatanlarına. Bu yeni gelenler yerel halkla karıştırılmamak için hiç de alçak gönüllülük göstermeden kendilerine “asil” anlamına gelen “Arya” diyorlar…
Batılı turistlere rehberlik yaparken en hoşuma gitmeyen şeylerden biri, biz Türkleri de tutup Araplarla aynı kefeye koymaları olurdu. Boşu boşuna anlatırdık: “Bakın bizim etnik kökenimiz farklı, konuştuğumuz dilin ait olduğu aile grubu farklı, geldiğimiz coğrafya farklı…” Ancak çoğunlukla turistler beraberlerinde getirdikleri sığ önyargılarını aynen beraberlerinde ülkelerine geri götürürlerdi. “Dinin” insanlarda yarattığı “paralize” edici etki. Kültür ne zamandan beri tek boyutlu bir olgu olmuştu? Neden o tek boyut hep dinden ibaretti? Çok eski zamanlarda şaman olan biz Türklerle, çok eski zamanlarda  Zerdüştçü olan İranlıların bu konuda aynı dertten muzdarip olduklarını düşündüm. Ve bunları düşünürken Şiraz’dan 60km öteye gidip Persepolis’in kapısına gelmiştik bile!
Persepolis daha sonra Yunanlıların verdiği addı bu görkemli şehre. Ahameniş İmparatorluğunun güçlü kralları Büyük Darius (MÖ 525-486), Xerxes (MÖ 486-466) ve Artaxerxes (MÖ 466-424) tarafından inşa ettirilmişti o kudretli saraylar. Ahameniş Krallarının yazlık başkenti Susa(Şuş), kışlık başkentleri ise Hemedan(Ecbatana)’da iken, Persepolis özellikle bu imparatorluğun sınırları içinde yaşayan yabancı heyetlerin kabulü ve Nevruz kutlamaları için kullanılan bir tören yeriydi. Zaten daha sonra Apadana Sarayının merdiven panelleri üzerinde gördüğümüz kabartmalar hiç kuşku bırakmayacak şekilde bu kabul törenlerini anlatıyor… Büyük Darius döneminde toprakları üç kıtaya yayılmış, toplamda 8milyon km2’yi kapsayan bu imparatorluğun dahilinde yaşayan halklar ve getirdikleri hediyeler: 28 milletten insan ve yığınla değerli mal-meta-hayvan sürüsü… Her birine eşlik eden Kraliyet Pers askeri ve her grubun arasında bulunan şişman bir servi ağacı kabartması… Ne ilginçtir, servi daha sonra merzarlıklarda ekilen bir ağaç olacaktı, yas tutmanın sembolü olarak kabul edilecekti. Ne zaman anlam değiştirmişti servi? Bundan 2500yıl önce Apadana Sarayının merdivenlerinde “hayatı” simgeleyen servi, tarihin hangi döneminde ölümle özleştirilmişti?
Ölüm deyince birden Persepolis’in birçok yapısında çeşit çeşit betimlenmiş askeri birliklerden biri ve hatta en önemlisi olan “On Bin Ölümsüz”den bahsetmeye başlıyor rehberimiz… Bu on bin asker, kralın en seçkin birliği ve sayıları asla değişmiyor. İçlerinden biri hastalanır ya da ölürse hemen yerine başka biri ikame ediliyor ve böylece sayı hep sabit tutuluyor. Aramızda İngilizce konuştuğumuz ve devamlı olarak bu birlikten “Immortals” olarak bahsettiğimiz için birden rehberimiz “Gardi Cavidan” deyince, pardon Cavit mi dedin diye soruyorum. O da evet “Cavit” Farsça ölümsüz demek diyor. Peki “Bengi” diyorum? Farsça’da böyle bir kelime olmadığını söylüyor. Ne cahillik! Ben ki 34 yıl boyunca adımın (Bengi) Farsça orijinli olduğunu sandım; asıl babamın (Cavit) kendi adının öz be öz “Türkçesini” bana koymuş olduğunu o an fark ediyorum. Üzerimde annemin ben bebekken giydiği 34 yıllık elbisesiyle…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder