13 Temmuz 2011 Çarşamba

BOLOGNA’DA BİR GARİP KULE…

Daha Üniversite 1. sınıftaydım rehberliğe başladığımda… İlk turum İtalya’ya olmuştu… İtalya; ilk göz ağrım, birçok yerinde binlerce anımın olduğu, kendimi orada olunca hep çok mutlu hissettiğim ülke… Yalnız bu ülkede özel olarak her zaman çok sevmiş olduğum bir şehir var ki bahsini ayrı olarak etmek isterim…
La Grassa (yağlı, şişman) derler ona…! Öyle güzeldir yemekleri!  Tüm dünyada “ragu alla bolognese (Bologna usulü yahni-Bolonez sos)” olarak tanınan sos burada sadece “ragu” ya da “tagliatelle al ragu” olarak bilinir. Hamuru yumurtalı olan ve bizim erişteler benzeri yassı ve yayvan olan bu makarna çeşidi ağır etli sosu çekmesi bakımından idealdir. Bolognalılar bu konuda çok hassaslar, bu sosun asla spaghetti gibi ince hamurlu, sosu yeterince içine çekemeyecek bir makarna ile hazırlanmaması gerektiğini söylerler. Fakat ne hikmettir ki tüm dünyada spaghetti ile hazırlanır!
Bereketli Po Ovasının kıyısında bulunan şehrin lokal mutfağında aynı zamanda salam ve peynir çeşitleri önemli bir yere sahip. Tarihi taa Ortaçağ’a uzanan otantik pazarında dolaşırken gördüğümüz şarküteri dükkanları akıllara durgunluk verici…! Özellikle mortadella bu yöreye özgüyken, prosciutto ve salami de üretimin önemli parçalarıdır. Çeşit çeşit parmesan peynirleri ve aslı güneyde daha güzel olan, gerçek manda sütünden yapılmış tadına doyumsuz mozzarellalar…! Bunun yanında envai çeşit şarküteri ürünleri ve yöresel şaraplarla Bologna; gurme, gurman, şişman, boğaz düşkünü, zevk düşkünü, ağız tadını bilen vb… her insanın mutlaka ziyaret etmesi gereken bir merkez!
Otantik Pazar demişken, bir yerlisinin anlattığına göre burada Ortaçağ’da kurulan balık pazarında günlük taze balıkları bir kenara koyarlarmış, bir önceki günün balığını da kuyruğunu keser, diğer bir tarafa koyar ve fiyatını da düşük tutarlarmış… Bayat balığı tazeden daha pahalı satmanın erdem ve beceri olduğu günümüzde, bu küçük anekdot pek hoşuma gitti!
La Dotta (bilmiş) derler ona…! Dünyada kurulduğundan beri hala varlığını sürdüren en eski üniversite buradadır. 1088’de kurulan Bologna Üniversitesi (Alma Mater Studiorum) ilk kurulduğunda öğrencilerin münferit şekilde öğretmenlere ders karşılığı para ödediği, derslerin genelde hocanın evinde verildiği dağınık bir düzendeyken, Papa adayı Kardinal Carlo Borromeo (daha sonra Pius IV adıyla Papalık tahtına oturacaktır ve reform karşıtlığıyla tanınacaktır) tarafından 1563’te yaptırılan Archiginnasio Sarayı içerisine alınan Üniversite ilk defa belli bir merkezin içinde toplanacaktır. Napolyon’un İtalya seferi sonrasında Üniversite Via Zamboni’deki bugünkü yerine taşınmıştır. 
Archiginnasio’nun günümüzde bir bölümü kütüphane, diğer bir bölümü ise müze olarak kullanılmaktadır. Müze kısmında, öğrencilerin ve öğretmenlerin armalarının tavanlarda ve duvarlarda fresk şeklinde bezenmiş olduğunu görüyoruz. En ilginç bölüm ise Anatomik Tiyatro dedikleri derslik. II.Dünya Savaşı’nda neredeyse tamamıyla yıkılmasına rağmen İtalyanlar özüne uygun olarak yeniden inşa etmesini bilmişler! İçeri girince, ortada bir zamanlar kadavraların açıldığı bir masa, çevresinde olayı gözleyen ve not tutan öğrenciler için oturma yerleri ve tam karşıda olanı biteni anlatan hocanın locası göze çarpıyor... Ve her dönemin ünlü hekimleri… Bir bakışta Bergamalı Galenus’un, Koslu Hipokrates’in ahşap heykelleri gözüme çarpıyor. Ve hocanın durduğu yerin solunda Batı Dünyası'nda Anatominin yeniden yaratıcısı olarak tanınan, 1306-1324 yılları arasında kilisenin tüm karşıtlığına rağmen kadavraları kesen ve üzerinde dersler veren Mundinus’un heykeli… Bugün özellikle hukuk bölümüyle tanınan üniversitenin hocalarından biri de Umberto Eco…
La Rossa (kırmızı) derler ona…! Kuşbakışı baktığınızda yüksekçe bir yerden, Avrupa’nın en az yeşilli şehrini görürsünüz. Bir kiremit denizi gibidir birbirine sıkça yaklaşmış binaların çatılarının oluşturduğu… Bu binaların hemen hemen hepsi arkadlıdır. Yağmurda, karda, çamurda ıslanmadan yürürsünüz bu zarif arkadlar boyunca, güneş çıkınca ise hemen sığınırsınız yine bu arkadların gölgesine. Oysa bir de politik nedeni vardır Kızıl Şehir diye adlandırılmasının; II.Dünya Savaşı sırasında İtalyan direnişinin merkezi olan kent daha sonra aynı zamanda Komunist Parti’nin de merkezi olmuştur.
Ancak belki de en güzel takma adı: Kuleli Şehir’dir Bologna’nın… Hiç kuşkusuz onlarca kulesiyle bir zamanların Manhattan’ ıymış. Ancak bu kuleler finans merkezi olmaktan çoook uzakta, o zamanlar çeşitli başka amaçlarla kullanılmış. Genellikle zengin ailelerin korunma-saldırı amaçlı 12 ve 13. Yüzyıllarda inşa ettirdikleri bu kulelerin sayısıyla ilgili görüşler 80’den 180’e kadar değişmekte. Günümüze kalanların sayısı 20 civarında, ki bunlardan "İki Kule" olarak tanınanlar şehrin simgesi durumunda. Asinelli ve Garisenda adındaki bu garip görünüşlü kulelerin biri bir tarafa, bir diğeri ters tarafa doğru eğilmişler… Adlarını kendilerini yaptıran ailelerden alan kulelerin inşa tarihleri 1109-1119 olarak kabul edilir. Uzun olan Asinelli 97metredir, kısa olan Garisenda ise orijinal olarak 60mt olarak inşa edilmesine karşın eğikliğinin tehlikeli bir hal almasından dolayı 14.yy’da 48mt’ye indirilmiş…
Bakın uzun yıllarını sürgünde geçirmiş ve Bologna Üniversitesi’nde de bir dönem öğrenim görmüş, Dünya Edebiyatının en önemli isimlerinden Dante Alighieri ne diyor bu garip kule Garisenda için ölümsüz eseri İlahi Komedya’da:

Bir bulut geçerken, eğik olduğu yönden
Garisenda’ya bakan biri,
nasıl ters yöne eğilmiş görürse kuleyi,
öne eğilmesini beklerken,
Antheus da öyle göründü gözüme,
başka bir yola sapmak geldi içimden.
Ama o, Lucifer’le Yahuda’yı yutan uçurumun dibine
indirdi özenle;
uzun süre eğik kalmadı,
bir gemi direği gibi yeniden yukarı kalktı.
OTUZBİRİNCİ KANTO , 136-145


BENGİ IŞIL GÖKTÜRK

     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder