12 Temmuz 2011 Salı

SAHNELERİN EN GÖRKEMLİSİ: SAN CARLO ve MELODİLERİN HER KÖŞESİNDE ÇINLADIĞI ŞEHİR: NAPOLİ

Napoli’nin “Quartieri Spagnoli” bölgesini bir uçtan bir uca kat eden, bir zamanların efsanevi Grand Tour yolculuğunu yapan kibar aile çocuklarının uzunluğu karşısında şaşkınlığa düştüğü Via Toledo’yu arşınlamaktayım… Sağımda solumda hep bir hareketlilik, bambaşka bir enerji ve yol boyunca belli aralıklarla konulmuş hoparlörlerden gelen hafif bir müzik sesi bana eşlik etmekte. Tek başıma yürüyorum, ancak bir an bile bu şehirde kendimi yalnız hissetmiyorum! Yolun sonu beni Piazza del Plebiscito’ya ulaştırıyor… 2 Ekim 1860’da şehrin Birleşik İtalya Krallığı’na katılımı konusunda yapılan plebisitte, bu meydanda, Napolililerin “siii” dediklerini duyar gibiyim…
Ve Savoy Tahtı altında 1861’de birleşen İtalya Krallığı’nın bu yıl 150. yıldönümü birçok önemli kültürel ve sanatsal projeyle kutlanmakta. İşte bunlardan birine katılmak için buradayız… Meydanın bitiminde tüm haşmetiyle “Ben plebisitten de, Birleşik İtalya’dan da önceden beridir buradayım” diye gövde gösterisi yapan San Carlo Operası…! La Scala’ dan 40 yıl önce, 1737’de kurulmasıyla her fırsatta övünen, sahnelerin en görkemlisi… Burada Verdi’nin “Grand Opera” tarzında klasifiye edilen “I Vespri Siciliani” (Sicilya Vesperleri) adlı operasını izlemek üzere, FEST Travel’ın düzenlediği bir haftasonu kaçamağı vesilesiyle bulunmaktayız. “Grand Opera” tarzı operalar günümüzde (İtalya’da bile) maalesef bütçe sıkıntılarından dolayı kolay kolay sahneye konulamıyor, dolayısıyla San Carlo gibi klasik müziğin en önemli mabetlerinden birinde 5 perdelik dev bir Verdi Grand Operası’nı seyretmiş olmayı hayatımın en zengin deneyimlerinden biri olarak sayıyorum.
Napoli… Sadece klasik müziğin değil, genel anlamda müziğin; hayatın yemek yemek, su içmek gibi vazgeçilmez ihtiyaçlarından biri olduğu kutsanmış toprak…Burada, opera da dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi yüksek gelir ve kültür seviyesine mensup insanların tekelinde değil, toplumun her türlü kesimine hitap eden bir olgu. Dolayısıyla dinleyicisi tarafından çokça takdir toplayan bu temsilin sanatçılarını ben de Napolililere katılmış; “bravoooo, bravaaa, braviiii” diye bağırarak alkışlamaktayım! Belki de bir daha dünyanın hiçbir salonunda duygularımı bu kadar fütursuzca ifade edemeyeceğim… Akdeniz’e bir taş atımı uzaklıktaki bu salonda, kanı Akdenizliliğin ateşiyle kıpır kıpır olan bu insanlarla beraber!
UNESCO’nun tarihi miras listesinde olan San Carlo Operası, Bourbon Hanedanlığı’ndan, daha sonra İspanya Kralı da olacak  III. Carlos döneminde, kralın isim günü olan 4 Kasım 1737’de açılmış. 1621’de inşa edilmiş olan eski San Bartelemeo Tiyatrosu’nun yerinde kurulmuştur. Açıldığında 3300 kişilik kapasitesiyle dünyanın en büyük salonudur. 1816’da bir yangınla tahrip olan tiyatro kısa sürede yeniden inşa edilir. Sonrasında sadece minör değişikliklerin yapıldığı salon 1943’te II. Dünya Savaşı sırasında bombalanır ve 6 ay içinde tekrar açılır.
Müzik tarihinde iz bırakmış birçok isim buradan bir şekilde geçmiş… Hem komik opera tarzı “opera buffa” ,  hem de ciddi “opera seria”nın merkezi olmuş altın çağını yaşadığı 1800ler boyunca. Kentte kısa zamanda kendi adını taşıyan bir ekol ve bu ekole mensup kompozitörler yetişirken, burada başarı kazanmayı kariyerlerinin en büyük hedefi haline getirmiş dünyaca ünlü kompozitörler de yaşamış. Bunların arasında en ünlüleri; Haydn, Johann Christian Bach ve Gluck. 1815-1822 yılları arasında Giacchino Rossini, 1822-1838 arasında da Gaetano Donizetti müzik direktörleri olarak burada çalışmışlar ve bazı operalarının prömiyerleri burada sahnelenmiş. Ve adları saymakla bitmeyecek sanatçılar… Hepsi bir şekilde buradan geçmişler…
Böyle bir opera geçmişi olan bir şehrin müzik köklerine daha dikkatlice baktığımızda karşılaştıklarımız son derece ilgi çekici. Bu müzik ilhamını 16. yy’da konservatuarlarda çınlayan Alessandro Scarlatti’nin barok müziğine kadar götürmek mümkün. Ve hatta Pergolesi ve Piccini’ nin komik operalarına.
Bu dönemde “konservatuar” (conservatorio) denen enstitüler, öksüz çocuklara sığınak ve eğitim sağlayan kurumlardı. Bu eğitimin temel öğelerinden biri müzik dersleri olduğu için “koruma” kökenli bir fiilden türeyen bu sözcük zaman içinde “müzik okulu” anlamında kullanılmaya başlamıştır. 17.yy’da Avrupa’da giderek yükselen bir prestije sahip olan ve özellikle kilise müziği konusunda eğitim veren Napoli konsevatuarları sayesinde şehir, Avrupa’nın en önemli müzik merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Sonraları kendi yerel dillerinde söyledikleri ve operanın direk bir popüler müzik versiyonu olan “Napolitan” türü gelişmeye başlamıştır. 1848 yılında günümüzün ünlü yat limanının bulunduğu Margellina bölgesindeki Piedigrotta’ta düzenlenen ilk müzik festivalinde kökleri atılan Napolitan müziğinin ilk örneği “Ti Voglio Bene Assaje” olmuştur. (Birçokları bu şarkının bestesini Donizetti’ye atfeder). Bir sonraki yıl en popüler olan şarkı “Santa Lucia” dır. Ve aynı Santa Lucia Birleşik İtalya’ya giden Risorgimento (Yeniden Yükseliş) yolunda, yerel Napoli dilinden İtalyanca’ya çevrilen ilk şarkı olmuştur(1849). Özellikle 1890-1920 yılları arasında Güney İtalya’ dan yeni kıtaya göç edenler bu müzik türünün tüm dünyada ünlenmesine sebep olmuşlardır.
1800lerin sonunda bestelenmiş olan “Torna a Surriento” , Vezüv Yanardağı üzerine çıkan ilk fünikülere ithaf edilmiş Funiculì, Funiculà” , “O Sole Mio” vb… şarkıların günümüzde hala aynı şevkle söyleniyor olması bu geleneğin köklülüğünden olsa gerek.
Bu türü en iyi yorumlayanlardan bir tanesi de Napolililerin “Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi tenoru” olarak adlandırdıkları, geldiği - geçtiği - kaldığı her yeri yücelterek adını saygıdan da öte bir duyguyla andıkları Enrico Caruso. Dünya Opera tarihinin de en önemli figürlerinden olan Caruso ailesinin yerel şiveyle “Errico” olarak adlandırdıkları halis muhlis bir “Napolili”. (Öyle “Tu Vuò Fà L'Americano” şarkısında bahsi geçen Amerikalı’ya benzeme sevdasında olanlardan değil…) Ancak başarı basamakları ona taaa New York’a kadar rehberlik eder ve 1895’ten 1920’ye kadar süren kariyerinde tam 863 defa New York Metropolitan Operası’nın tozunu yutturur. 2 Ağustos 1921’de hayata gözlerini kapadığı Napoli sahili üzerindeki Grand Hotel Vesuvio’nun önünden gruplarımla her seferinde geçişimde ben de ustayı saygıyla anıyorum.
Ve bir şarkı koyuyorum otobüste… İster  bestekarı Lucia Dalla’dan olsun, ister Luciano Pavarotti, Andrea Bocelli, Julio Iglesias, Laura Pausini, Al Bano, Josh Groban ya da Lara Fabian’dan, (Laf aramızda ben en çok Mina yorumunu seviyorum…) fark etmez! Ve başlıyoruz hatırlamaya;
Qui dove il mare luccica
e tira forte il vento
su una vecchia terrazza davanti al golfo di Surriento
un uomo abbraccia una ragazza
dopo che aveva pianto
poi si schiarisce la voce e ricomincia il canto:

Te voglio bene assai
ma tanto tanto bene sai
è una catena ormai
che scioglie il sangue dint'e vene sai...
(Lucio Dalla – Caruso / Enrico Caruso’ya ithaf edilmiş ünlü şarkı)

BENGİ IŞIL GÖKTÜRK











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder